TMMOB Peyzaj Mimarları Odası
TMMOB
Peyzaj Mimarları Odası
UCTEA CHAMBER OF LANDSCAPE ARCHITECTS

Depremler Ülkemizin Ve Halkımızın Yazgısı Olamaz! Olmamalıdır!

GENEL MERKEZ
16.08.2007 (Son Güncelleme: 16.08.2007 16:46:51)

TMMOB, 17 Ağustos 2007‘de 1999 Depreminin sekizinci yılında yetkilileri bir kez daha uyararak DEPREM ile ilgili değerlendirmelerini yeniden kamuoyuyla paylaşmaktadır:

BASININ VE KAMUOYUNUN DİKKATİNE

DEPREMLER ÜLKEMİZİN VE HALKIMIZIN YAZGISI OLAMAZ! OLMAMALIDIR!

Türkiye‘nin yakın geçmişindeki en büyük travmalardan biri olan 17 Ağustos 1999 Marmara Depreminin üzerinden tam sekiz yıl geçti. Bu sekiz yılda olası depremler ve sonuçları günlük konuşmalarımıza kadar girerken ne yazık ki deprem ve depreme karşı alınacak önlemler ile uygulanabilir projeler hükümet programlarına girmeyi başaramadı.

Olası İstanbul depremi ile ilgili haberler neredeyse gün aşırı medyada yer bulurken, İstanbul‘da plansız kentleşme, yaşam alanlarının insan merkezli olmaktan uzaklaşıp piyasa ekonomisine bağlı rantların üzerinde şekillenmesi hızlanarak devam etti.

TMMOB, 17 Ağustos 2007‘de 1999 Depreminin sekizinci yılında yetkilileri bir kez daha uyararak DEPREM ile ilgili değerlendirmelerini yeniden kamuoyuyla paylaşmaktadır:

Düne Bakış:

17 Ağustos 1999‘dan günümüze geride kalan yıllara ana hatlarıyla baktığımızda:

1-  TBMM Araştırma Komisyonu Raporu yayınlandı. TBMM Araştırma Komisyonu‘nun 77 sayfalık raporunun 70 sayfası; deprem konusundaki kurumsal yapılara, Türkiye‘deki afet mevzuatı ve tarihçesine, kurumların görevlerine, komisyon toplantı ve çalışmalarına ayrılmış, öneriler bölümünde şu görüşlere yer verilmiştir: "Yeni bir deprem politikası oluşturulmalı devlet politikası olarak uygulanmalıdır... Gecekondulaşma, kaçak yapılaşmayı teşvik eden imar affı politikasından kesinlikle vazgeçilmelidir... Planlama ve yapı sektöründe görev alan meslek dallarının uzmanlık alanlarının yetki ve sorumluluklarını belirleyen meslek yasaları çıkarılmalıdır. Bu yasalarda meslek odalarına üyelerini denetleme yetkisi verilmelidir. Gereği yerine getirilmezse odalar da sorumlu tutulmalıdır."

2- 57. Hükümet‘in, 17 Ağustos depreminden hemen sonra "doğal afetlere karşı alınacak önlemler ve doğal afetler nedeniyle doğan zararların giderilmesi için yapılacak düzenlemeler" için 27 Ağustos 1999 günü TBMM‘den aldığı yetkiye dayanarak yayınladığı ve sayısı elliye yaklaşan kanun hükmünde kararnamelerle;

Deprem harcamaları Sayıştay denetimi dışında bırakıldı. Deprem vergilerinden elde edilen gelirler, iç ve dış yardımlar, hibe gelirleri genel bütçe içinde kullanılarak sermayeye kaynak transferinde, borç ödemelerinde ve memur maaşlarında kullanıldı. Toplanan kaynakların yönetimi açık olmadı ve denetlenmedi.

17 Ağustos sonrası kamuoyunda oluşan uygun ortam ve "her şeye yeniden başlamalı" söylem ve beklentilerine karşın, 10 Nisan 2000 tarihli Resmi Gazete‘de yayımlanan 595 sayılı "Yapı Denetimi Hakkında Kanun Hükmünde Kararname" ile kamusal denetim alanı "özel şirketlere" devredilerek özelleştirildi ve yapı denetiminde yeni bir süreç başlatıldı. Amacı "yapıda can ve mal güvenliğini sağlamak, kaynak israfına sebep olan plansız, kontrolsüz ve kalitesiz yapılaşmayı önlemek" olan Kararname, bu iddiaya karşın, planlamaya ilişkin tek bir hüküm içermiyordu. Depremle ilgili farklı kurum ve kuruluşların tümü, yapısal yıkım ve hasarlarda zeminin belirleyici olduğu konusunda görüş birliği içinde olmalarına karşın, planlama yani yer seçim ve yerleşim kararları süreci yine göz ardı edildi. Bu durum, plansız ve bilime aykırı yapılaşmanın sürdürülmesini sağladı.

3-  TMMOB‘nin "Doğu Marmara Depremleri ve Türkiye Gerçeği" raporu Haziran 2000‘de yayınlandı. 17 Ağustos‘tan itibaren çalışmalarını deprem bölgesinde yoğunlaştıran TMMOB‘nin, yaşanan insanlık dramına tanıklığını, acıların ve yaraların sarılmasına katkılarını, gözlem ve incelemelerini anlatan, görüşlerini dile getiren ve dokuz bölümden oluşan raporun,

"17 Ağustos‘u unutmamalı, Türkiye‘yi yeniden kurmalıyız" istemiyle başlayan "öneriler" bölümünde;

"Deprem bölgesinin her yönü ile (insanların ruhsal ve bedensel sağlıklarına kavuşturulması ile barınma, ekonomik, eğitim, kültürel gereksinimlerinin karşılanması, sanayi, tarım ve hizmet kesimlerindeki üretim koşullarının) iyileştirilmesine yönelik çalışmaların etkinleştirilmesi ve bu amaçla kamu yönetim biçimlerinin geliştirilmesi ve işletilmesinin zorunlu olduğu belirtildi.

- Toprak ve konut politikalarının, toplum yararına düzenlenmesi,

- ulusal ve bölgesel planlamanın yapılması,

- bilimsel çalışmalara kaynak ayrılması ve bilimsel verilerin esas alınması,

- toplu ulaşım ve taşımacılık sistemlerinin geliştirilmesi,

- depremi felakete dönüştüren sorumlular hakkında kamu davası açılması,

- işlevsel deprem bütçe yönetiminin oluşturulması

savunuldu.

Deprem riski her geçen gün artan İstanbul‘u depreme hazırlamak için toplum olarak ayağa kalkmamız gerektiği vurgulanan raporda:

"Su toplama havzaları, vadi içleri ve yamaçları, dolgu alanları, dere yatakları, sahiller, heyelanlı bölgeler gibi elverişsiz zeminler üzerine inşa edilmiş, depreme dayanıklı olup olmadığı bilinmeyen ama aşağı yukarı tahmin edilen, plansız, denetimsiz olarak yapılmış herhangi bir mühendislik ve mimarlık hizmetiyle buluşmamış yüz binlerce yapısı, sanayi tesisiyle, İstanbul‘un olası bir depremi karşılamaya hazır olmadığı apaçık ortada değil mi?"  diye soruldu.

4-  Kalıcı konutların yapımına başlandı. Konutların yer seçimleri "bölgesel ve bilimsel bir planlama" anlayışından yoksun bir yaklaşımla, bölgede son kalan tarım alanları, dolgu alanları, meyve bahçeleri elden çıkarılarak yapıldı. Can çekişen İzmit Körfezi gözden çıkarıldı.

5-  Merkezi ve yerel yönetimlerde, kentleri ve toplumu öncelikle depreme hazırlamak yerine, depremin sonuçlarına hazırlamayı yeterli gören politikalar hâkim oldu.

6-  587 sayılı "Zorunlu Deprem Sigortasına Dair Kanun Hükmünde Kararname" 27 Aralık 1999 tarihli Resmi Gazete‘de yayınlandı. Yayımından dokuz ay sonra yürürlüğe gireceği kararlaştırılan "Zorunlu Deprem Sigortası"nın Türkiye‘nin imar sistemi ve afet yönetimi ilkeleriyle bağlantı kurmayan bir anlayışla hazırlandığı o dönemde de ifade edildi.

7-  Anayasa Mahkemesi‘nin 595 Sayılı Kararnameyi Anayasa‘ya aykırı bularak 24.05.2001 tarihinde iptal etmesine karşın, mahkemenin iptal gerekçesini bile beklemeyen 57. Hükümet, TBMM‘den jet hızıyla geçirdiği 4708 sayılı "Yapı Denetimi Hakkında Kanun"u yürürlüğe soktu. Yasa, yüzölçümünün yüzde 92‘si, nüfusunun % 95‘i deprem kuşağında olan Türkiye‘nin, milli gelirden en yüksek pay alan 19 ilini kapsamakta olup, bu illerin GSMH‘dan aldıkları payların toplamı yüzde 67‘ye ulaşmaktadır. İçinde Afyon‘un da bulunduğu ve yakın tarihte büyük depremler yaşayan Zonguldak, Kütahya, Muş, Burdur, Bingöl, Diyarbakır, Van, Erzurum, Malatya, Erzincan ve Tunceli gibi illerimizi yapı denetimi dışında tutarak dışlayan 4708 sayılı Yasa‘nın yanlışlıklarına karşı TMMOB‘nin söylediklerini bugün yaşananlar doğruladı.

8- Sayıştay Raporu yayınlandı. 13.08.2001 tarihinde yayınlanan Rapor‘un "İstanbul‘u Depreme Nasıl Bir Örgütsel Yapı Hazırlıyor?" bölümünde yapılan önerme şöyledir: "Daha önce büyük depremlerde yaşananlar, il acil kurtarma ve yardım komitelerinin ve kriz merkezlerinin deprem zararlarını azaltmada yeterince etkili olamadıkları açıkça göstermiştir. Bu yüzden, riskleri ve zararları azaltmayı hedefleyen, deprem öncesi, sırası ve sonrasındaki işlere bütünsellik içinde bakmaya olanak veren, koordinasyon ve işbirliği sağlamada etkin, yeterli yasal yetkiler ve imkânlarla donatılmış yeni bir örgüte duyulan ihtiyaç ertelenemez hale gelmiştir."

9-  Marmara denizindeki faylar konusunda sürdürülen bilimsel çalışmalar daha belirgin sonuçlar ortaya çıkardı ve riskin ne kadar büyük olduğu bir kez daha görüldü. Giderek fay tartışmalarıyla zaman yitirmek yerine, Marmara Bölgesi ve İstanbul‘u depreme hazırlayacak program ve uygulamaların önemli olduğu vurgulanarak: "Deprem yıkmadan yıkılması gerekenleri yıkalım, güçlendirilmesi gerekenleri güçlendirelim. Bunun için depremle ilgilenen tüm kurum ve kuruluşların eşgüdüm içinde, olmazsa olmaz koşullarını içeren ortak bir teknik ve toplumsal planlama kapsamında harekete geçirilmelidir." önerileri yapıldı.

10-  Kalıcı konutların yapımına devam edildi ve kısmen teslim edildi.

11- Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, TBMM‘de kabul edilerek yürürlüğe girdi. DPT tarafından yayımlanan "Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma (2001-2005) Planı"na göre:

- Marmara Bölge Planı hazırlık çalışmalarının başlatıldığı,

- Bölge planlamanın, kapsamlı ve katılımcı bir yaklaşımla ele alınacağı,

- Marmara Bölge Planı ile tarım, sanayi, ticaret, konut, turizm vb. konulara ilişkin yerleşim alanlarının afet riskleri de dikkate alınarak hazırlanacak bir arazi kullanım planına göre yönlendirileceği

kabul edilerek ilan edilmesine karşın, deprem bölgesinde yerleşim kararları, Kalkınma Planı‘nın ilke ve hedefleri göz ardı edilerek alınmaya devam edildi.

12- Başbakanlığın 21 Mart.2000 tarih ve B.02.0.PPG.O.12-320-4757 sayılı 2000/9 genelgesi ile Ulusal Deprem Konseyi oluşturuldu. Deprem Konseyi‘nin "Türkiye‘de bir "Ulusal Deprem Stratejisi" geliştirilmesinin ana amaç olduğu belirtilen "Deprem Zararlarını Azaltma Ulusal Stratejisi" raporunda; "Deprem ve afetlerle ilgili olarak yürürlükte bulunan mevzuatın bütünlük ve tutarlık gösteren bir politika ya da strateji oluşturmadığı bir gerçektir. Ayrıca, bunları yürütmekle yükümlü organ ve kurumların da bir sistem oluşturmak şöyle dursun, kimi durumlarda karşıt işleyişler gösteren çok başlı bir yapılanma gösterdiği, üzerinde görüş birliği bulunan bir olgudur. Bu nedenlerle, mevcut sistemde yapılacak iyileştirmelerin, başvurulacak yeni düzenleme alanlarının, yasal önlem ve kurumlaşmaların neler olması gerektiği ve bunların hangi kuruluşlarca nasıl yerine getirileceğinin bilimsel açıdan belirlenmesi bir temel ödev olarak durmaktadır" denildi.

Ancak, Ocak 2007‘de Ulusal Deprem Konseyi lağvedildi.

13- 17 Ağustos Marmara Depremi 1959 tarihinde hazırlanmış olan; 40 yıllık bir kanun ve buna bağlı yönetmelikler ile karşılanmıştır. Afetlere yönelik olarak bilimsel gelişmeleri içermemesi yanında, teknolojik gelişmeleri de dışlayan, ekonomik ve sosyal düzenlemelerle desteklenmemiş bulunan 7269 sayılı Kanun ve Yönetmelikleri; bölgede afet sonrası ikinci bir afet yaşanmasına neden olmuştur. Ancak, 17 Ağustos Marmara Depremi ardından 3 sene geçtikten sonra; Bayındırlık ve İskân Bakanlığınca AFETLER KANUN TASARISI TASLAĞI hazırlanarak, 10.04.2002 tarihinde TMMOB ve diğer ilgili kurum ve kuruluşlardan görüş istenmiştir. Bu Kanunun, gerçek amacı öncelikle: afetlere karşı kapsamlı bir risk yönetim programı oluşturma hedefine yönelik gerekli yasal alt yapıyı kurmak; üst ölçekli plan ve afete yönelik önleme stratejilerini geliştirerek belirsizlik hallerini en aza indirgemek; plan yapımında dikkate alınacak risk belgeleme çalışmalarının neler olacağını, bu konudaki standart ve yapım "onay" değerlendirme yöntemlerini ortaya koymak; mevcut durum ve kaynakların iyi değerlendirilmesini sağlamak; can ve mal kaybını en aza indirgemek ve afetleri önleme-hazırlıklı olma faaliyetlerini öne çıkarmak olmalı iken; Tasarı, afet sonrasında yapılacak acil müdahale ve iyileştirme işlemlerinin düzenlenmesi üzerine kurulmuştur. Planlama boyutu, sözü geçen ancak içeriği boşaltılmış bir kavram olarak Taslağa dahil edilmiş; yer bilim araştırmaları konusunda özellikle 1990‘lı yıllarda dünyada yaşanan bilimsel ve teknolojik gelişmeler, bunlarla ilgili mesleki oluşumlar ve kurumlar-kuruluşlar göz ardı edilmiş; Afet tanımı içerisinde teknolojik kökenli afetler ve zincirleme afet türleri yok sayılmış, lokal-bölgesel afet tanımlamaları yapılmamış; hak sahipliliği konusunda, yapı sigortası konusunda yaşanmakta olan sorunlar dikkate alınmamıştır.

Bugüne İlişkin Değerlendirmeler:

Akıl ve bilim depremin doğasını çözmüştür. Depremler yerkabuğunu oluşturan levhaların sınırlarındaki devingenlik ve değişim nedeniyle, bu ortamdaki deformasyonlar ve gerilme birikimlerinin kırılma sınırına ulaştığında oluşan ve saniyeler süren Yerküre‘nin doğal süreçleridir. Bu doğal sürecin oluşumu önlenemez ve engellenemez. Ancak gerekli tedbirlerle, özellikle yapısal tedbirlerle, can ve mal kayıpları azaltılabilir.

Depremler, heyelanlar, su baskınları, salgın hastalıklar, vb. doğal ve yapay kökenli afetler bir oranda insan denetimi dışında geliştiği için, neden oldukları kayıplar, genellikle yazgı olarak yansıtılarak geçiştirilmek istenmiştir. Aslında, depreme neden olan iktidarlar değilse de, depremlerin insanı vurmasına neden olan (önlem almayan) iktidarlardır. Bunun kanıtlarından biri, aynı büyüklük özelliklere sahip depremin farklı coğrafyalarda çok farklı hasar ve zarara yol açması, bazen de hiç açmamasıdır.

Bilindiği gibi ülkemiz Yerküre‘nin en etkin ve yıkıcı deprem kuşaklarından birinin üzerinde bulunmaktadır. Geçmişte birçok yıkıcı depremler olduğu gibi, gelecekte de sık sık oluşacak depremlerle büyük can ve mal kaybına uğrayacağımız bir gerçektir.

Deprem Bölgeleri Haritası‘na göre, yurdumuzun %92‘sinin deprem bölgeleri içerisinde olduğu, nüfusumuzun %95‘inin deprem tehlikesi altında yaşadığı ve ayrıca büyük sanayi merkezlerinin %98‘i ve barajlarımızın %93‘ünün deprem bölgesinde bulunduğu bilinmektedir. Son 58 yıl içerisinde depremlerde, 60 binin üzerinde  vatandaşımız hayatını kaybetmiş, 120 bini aşkın kişi yaralanmıştır. Yaklaşık olarak 420 bin bina yıkılmış veya ağır hasar görmüştür.

Sonuç: Türkiye, depremle bir arada yaşamaya mecbur bir ülkedir.

Türkiye‘nin deprem sorunu, her oluşan yıkıcı depremden sonra, ülke gündemine İstanbul bağlamında "fay" ve "depremin büyüklüğü" tartışmaları gibi depremin gerçek boyutunu "maskeleyerek" gelmekte, bir süre sonra unutulmaktadır. Yeni bir deprem olduğunda bu senaryo kendini tekrarlamaktadır.

17 Ağustos depreminin üzerinden 8 yıl geçmesine rağmen, mühendis, mimar ve şehir plancılarının ülkemizin deprem tehlikesi ve riski konusundaki sürekli yinelediği uyarıları, siyasal iktidarlarca dikkate alınmamıştır.

Depremlerde can ve mal kayıplarının bu kadar yüksek olmasında imar aflarının birincil derecede önemli olduğunun artık biliniyor olması gerekir.

Bilime ve mühendisliğe, akla ve uygarlığa aykırı olarak siyasal iktidarlarca uygulanan rant politikaları nedeniyle, ülkemiz sadece bir deprem ülkesi değil bir afet ülkesi olmuştur. Bunun ekonomik sonucu her yıl GSMH‘mizin ortalama %3-%7‘sinin afet zararlarına ayrılmasıdır. Gerçekte hepsi birer doğa olayı olan deprem, heyelan, çığ ve kaya düşmesi, su baskını vb. olaylar bilinçsizce verilmiş yer seçimi kararları, mühendislik verilerinden yoksun imar planları, düşük standartlarda ve mühendislik hizmeti görmemiş yapı üretimi, kısaca ranta dayalı hızlı, düşük nitelikli, tasarımsız ve plansız kentleşme ve sosyo-ekonomik politikalar sonucu afete, yani insani ve ekonomik yıkıma dönüşmektedir.

Sosyal devletten ve toplum yararı ilkesinden siyasal iktidarlarca vazgeçilmesinin sonuçlarının her alanda olduğu gibi her depremde karşımıza çıktığını ve gelecekte de çıkacağını söylüyoruz.

Bu iktidar döneminde de ülkemizin deprem tehlike ve riskinin büyüklüğüyle orantılı politikalar ve programlar geliştirilmemiştir ve geliştirilmesi yönünde de bir iradenin olduğu görülmemektedir.

"AB‘ye uyum yasalarını" bir çırpıda meclisten geçiren siyasal iktidar, nedense imar yasasını, afetler yasasını, yerel yönetimler yasası hala düzenlenememiştir.

Ülkemizde dereler, vadiler, ormanlar, su havzaları, deprem tehlikesi içeren kısaca yapılaşmaya uygun olmayan alanlar, rant ekonomisinin baskısı altında yapılaşmaya açılmıştır, gelecekte açılmaması yönünde ciddi bir irade de yoktur.

Siyasal İktidarı, deprem konusunda sorumluluğunun gereğini yerine getirmeye çağırıyoruz.

Depremlerden ve diğer bütün doğal ve yapay afetlerden korunmak yönünde istemler en temel insan hakkıdır. Daha güvenli, daha sağlıklı ve yaşanabilir çevre her yurttaş için temel bir insan hakkıdır.

Deprem hasar, zarar ve can kayıplarının azaltılmasının bilinen tek yolu, mühendis, mimar ve şehir plancılarının ortak katkı ve çabalarıyla depreme dayanıklı yerleşim alanları ve yapılar tasarlamak ve üretmektir. Bunun için, deprem öncesi, sırası ve sonrasında yapılacak çalışmalara ilişkin kamu yararı ve ülke çıkarını gözeten ulusal bir deprem politikası belirlenerek, ciddi programlar oluşturulmalı ve daha da önemlisi bunlar yaşama geçirilmelidir.

Yerleşme ve yapılaşma bağlamında gerekli yasal düzenlemeler yapılmalı, yasaların uygulanması sağlanmalı, sağlıklı ve güvenli yapı üretim ve denetimi sürecini, sermayeye ticari bir alan olarak teslim eden anlayış bırakılmalı kamusal denetim etkinleştirilmelidir.

Depremler ülkemizin ve halkımızın yazgısı olamaz! Olmamalıdır!

Mehmet SOĞANCI
TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı

  

 

YORUMLAR

Yorumlar moderator kontrolünden geçmektedir. e-Posta adreslerinin gerçekliği kontrol edilir

Toplam 0 adet.

YORUMLAR BÖLÜMÜNÜN KURALLARI:
Yazılan tüm yorumlar moderator kontrolünden geçmektedir. Moderator yorum yazanlara veya üçüncü kişilere hakaret ya da bu kişilerle ilgili küçültücü sözler içeren yorumları yayına uygun görmez ve siler. Sayfanın niteliğine göre tüm yorumlar moderator kontrolunden geçerek yayınlanıyor olabilir. Bu durumda yorumlarınız anlık olarak yayına girmez. Yine de yayına girmiş olsa dahi moderator daha sonra aynı yorumu yayından kaldırabilir. Moderator kontrollu yayın niteliği taşımayan forumlarda yazılan yorumlar anlık yayına girer fakat moderator yayınının devamında sakınca gördüğü yorumları yayından kaldırabilir. Yazılan yorumların güvenilirliğini artırmak amacıyla yorum yazana ait e-posta adreslerinin gerçekliği kontrol edilebilir. Bunun için e-posta adresine kontrol bağlantısı içeren e-posta gönderilir ve bu bağlantıya tıklanılması beklenir. Forumlarda yazılan yorumların kamu düzenini bozucu, genel ahlaka aykırı, başkalarını rahatsız edici ve yasalara aykırı olmaması çok önemlidir. Yorumların sorumluluğu tamamen yazarına aittir.


Okunma Sayısı 3296