TMMOB Peyzaj Mimarları Odası
TMMOB
Peyzaj Mimarları Odası
UCTEA CHAMBER OF LANDSCAPE ARCHITECTS

Ssgss Hakkında Emek Platformunun Değerlendirmesi

GENEL MERKEZ
13.01.2008 (Son Güncelleme: 20.03.2008 22:17:13)

5510 sayılı yasada değişiklik öngören yeni bir taslak metin hakkında yapılan Üçlü Danışma Kurulu toplantılarında KESK, TMMOB, TTB ve DİSK'in ortak değerlendirme metni yazının devamındadır.

5510 SAYILI SSGSS YASASI HAKKINDA ORTAK DEĞERLENDİRME

5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasası, geçtiğimiz yasama döneminde AKP‘nin hayata geçirmeye çalıştığı en önemli yasal düzenlemelerden biriydi. Yasa, sendikaların, meslek odalarının ve demokratik kamuoyunun muhalefetine rağmen meclisten geçirilmiş fakat Cumhurbaşkanlığınca veto edilmişti. 5510 sayılı yasada değişiklik öngören yeni bir taslak metin hakkında yapılan Üçlü Danışma Kurulu toplantılarında KESK, TMMOB, TTB ve DİSK‘in ortak değerlendirme metni yazının devamındadır. 

I. GENEL DEĞERLENDİRME

59. Hükümet döneminde "Sosyal Güvenlik Reformu" adı altında sürdürülen çalışmaların her aşamasında, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasası ile ilgili görüş, değerlendirme, öneri ve istemlerimiz, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı‘na, Sosyal Güvenlik Kurumu‘na, Ekonomik ve Sosyal Konsey‘e, TBMM Komisyonlarına, birçok kez iletilmiştir. Ancak, başta Emek Platformu içinde ortaklaştığımız konular olmak üzere, birçok konuda istemlerimiz göz ardı edilmiştir.

Yasa tasarısı, 5489 sayılı Yasa olarak TBMM‘nde kabul edilmesinin ardından, Sayın Cumhurbaşkanı tarafından yeniden görüşülmek üzere TBMM‘ne geri gönderilmiş ve değiştirilmeden 5510 sayılı Yasa olarak kabul edilmiştir.

01.01.2007 tarihinde yürürlüğe girmesi beklenen Yasa ile ilgili olarak Sayın Cumhurbaşkanı ile 118 milletvekili tarafından Anayasa‘ya aykırılık ileri sürülerek, Anayasa Mahkemesi‘ne başvurulmuştur. Anayasa Mahkemesi, 15.12.2006 tarihli kararı ile Anayasa‘ya aykırılık savlarının 24‘ünü tamamen veya kısmen kabul ederek, bazı maddelerin yürürlüğünü durdurmuş, 8‘ini ise reddetmiştir. Ağırlıklı olarak kamu çalışanları yönünden iptal edilen maddeler arasında 7 madde serbest çalışanlar, 5 madde de işçiler yönünden getirilen düzenlemeleri kapsamaktadır.

Anayasa Mahkemesi‘nin 31.12.2006 günü gerekçeli kararını açıklamasının ardından, 2007 Bütçe Kanunu‘na konulan bir hüküm ile 5510 sayılı Yasa‘nın uygulanması önce 01.07.2007, daha sonra, 01.01.2008 tarihine ertelenmiştir.

Bu kez, Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından hazırlanan, 5510 sayılı Yasa yerine Anayasa Mahkemesi kararı doğrultusunda yeni bir düzenleme içerdiği ileri sürülen bir taslak metin görüşlerimize sunulmuştur.

5510 sayılı Yasa‘nın hazırlanış sürecinden bu yana ileri sürdüğümüz ve açıkladığımız görüşlerimiz ve istemlerimizde bir değişiklik söz konusu değildir. Bu nedenle beklentimiz, yasanın Anayasa Mahkemesi kararında belirtilen hususlar da göz önünde bulundurularak yeniden düzenlenmesidir.  Bu doğrultuda izlenecek temel yaklaşımın, sağlık ve sosyal güvenlik haklarının dengeli ve eşitlikçi bir yapı içinde kullanımının sağlanması ve toplumun tüm kesimleri için gözetilen temel haklar olarak düzenlenmesi gerekirken, sonuç beklenenin tam tersidir.

Gerçekte, bugüne dek AKP Hükümetleri, "kamunun yeniden yapılandırılması", "sağlıkta dönüşüm projesi", "sosyal güvenlik reformu" olarak adlandırdığı projelerle,  gerçekte kamusal hizmetleri ve sosyal hakları tasfiye eden ve çoğunluğun çıkarları ile çatışan piyasacı düzenlemeleri kararlılıkla uygulamayı sürdürmüştür. Katılımcılık ve sosyal diyaloga vurgu yapılan ancak, tek yanlı bilgi aktarımının ötesine geçmeyen süreçler, uygulamaların taraflara dayatılmasıyla sonlanmıştır.

60. Hükümetin devlet anlayışı da önceki hükümetler gibi, sosyal devleti dışlayan, "düzenleyici - piyasacı devlet"i önceleyen bir yaklaşıma dayanmaktadır.  Sosyal devlet, toplumsal eşitsizlikleri ortadan kaldırmak amaçlı olduğu halde, düzenleyici - piyasacı devletin amacı, piyasa mekanizmasına dayanan bir sistemi işler kılmak, devleti piyasanın gereklerine göre yönetmektir. Bu nedenle 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasası da, şimdi 60. Hükümet tarafından hazırlanan bu yasada değişiklik öngören taslak metin de, "düzenleyici-piyasacı" devlet anlayışına dayanmaktadır.

Gerçekte yeni metin, bir yenilik taşımamaktadır. Sosyal güvenlik harcamalarını kara delik olarak gören, sosyal güvenlik kurumlarını işletmeye dönüştüren, sosyal hakları "gelir artırıcı, gider azaltıcı" bir finansman anlayışı ile kısıtlayan, sağlık hakkını kar alanına devreden, sosyal devlet karşıtı ve piyasacı yaklaşım geçerliliğini sürdürmektedir. Anayasa Mahkemesi kararı doğrultusunda bir düzenleme yapmak yerine, daha önce eksik bırakılan kimi teknik sorunların giderilmesi ve bazı konularda daha önce yapılmış olan düzenlemelerin aşırıya kaçıldığı düşüncesiyle geri alınması öncelikli olarak gözetilmiştir.

5510 sayılı Yasa, yurttaşların geleceğini ve sağlık gereksinimlerini güvence altına alarak, onların onurlu yaşama hakkını gerçekleştiren ve gelecek kaygısı duymaksızın güvenli bir toplum içinde yaşadıkları duygusunu ve güvencini pekiştiren sosyal politikaların önemli bir bölümünü oluşturan sosyal sigortalar ve sağlık haklarını,  yeniden düzenlemiştir. Yeni düzenleme ile sosyal devletin güvencesinde olan  "hak" anlayışının yerini, takdire dayalı "sıradan bir yardım anlayışı" almıştır.  Sosyal güvenlikte 5510 sayılı Yasa ile getirilen ve bir dönüşümü yansıtan bu model,  Dünya Bankası ve IMF‘nin sosyal hakları ve sosyal güvenliği mali piyasalara terk eden modelidir. 5510 sayılı Yasa‘da olduğu gibi,  değişiklik öngören taslak metinde de korunan bu yaklaşımın, daha önce uygulanan ülkelerde olduğu gibi,  Türkiye‘de de başarılı olma olanağı yoktur.

IMF, Dünya Bankası, DTÖ gibi uluslararası finans kuruluşları sağlık sektörünün tüm bileşenlerinin daha fazla kar anlayışına uygun olarak dönüştürülmesini istemektedir. 5510 sayılı Yasa ile bu istek yaşama geçirilmek istenmiştir. Bu Yasa‘da değişiklik öngören yeni yaklaşım da sosyal hukuk devleti ilkesine aykırı olarak, sosyal güvenlik haklarında yapılmış olan düzenlemeleri daha da geriye taşıyarak, bu amaca hizmet etmeyi sürdürmektedir.

Anayasa Mahkemesi, çeşitli kararlarında, Anayasa‘nın 2. maddesinde yer alan sosyal devlet ilkesinin anlamını açıklığa kavuşturmuştur. 1961 Anayasası döneminde verilen bir karara göre, "demokratik sosyal hukuk devleti, insan hak ve özgürlüklerine saygı gösteren, ferdin huzur ve refahını gerçekleştiren ve teminat altına alan, kişi ile toplum arasında denge kuran, emek ve sermaye ilişkilerini dengeli olarak düzenleyen, çalışanların insanca yaşaması ve çalışma hayatının kararlılık içinde gelişmesi için sosyal, ekonomik ve mali önlemler alarak çalışanları koruyan, işsizliği önleyici ve milli gelirin adalete uygun dağılmasını sağlayıcı önlemleri alan, adaletli bir hukuk düzenini kuran ve bunu devam ettirmeye kendini yükümlü sayan.... devlet demektir.... Anayasa, devleti işverenle işçi arasında ekonomik ve sosyal bir denge kurmak, sermayenin emeği ve emeğin sermayeyi sömürmesini önleyici tedbirler almakla yükümlü tutmuştur" ( AYMK. 26-27.9. 1967,  E. 1963/336, K. 1967/29, AMKD, S: 6, 26-27). Bu kararda, sosyal devlete özgü olarak, emek-sermaye dengesi, çalışanların insanca yaşaması, işsizliğin önlenmesi ve ulusal gelirin adaletli dağılımı, unsurları ön plana çıkmaktadır.

Anayasa Mahkemesi‘nin 1982 Anayasası ile ilgili olarak verdiği bir kararda, sosyal devlet ilkesinin, Anayasa‘nın 5. maddesi ile de bağlantısı kurularak, sosyal adalet, sosyal güvenlik ve insan onuruna uygun biçimde yaşama unsurları ön plana çıkarılmıştır.  Bu yöndeki karara göre, " devletin temel amaç ve görevleri arasında insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak, kişiyi mutlu kılmak, onların hayat mücadelesini kolaylaştırmak, insan haysiyetine uygun bir ortam içinde yaşamalarını sağlamak gibi hususlar da yer alırlar. Gerçekten, yarattığı gelecek güvencesiyle bu mutluluğa hizmet eden araçlardan biri de kişinin sosyal güvenliğinin temin edilmiş olmasıdır" (AYMK., 21.10. 1986, E. 1986/ 16, K. 1986/ 25, AMKD., S: 22, 290-291).

Başka bir kararında Anayasa Mahkemesi sosyal devleti şöyle tanımlamaktadır: "Sosyal hukuk devleti, güçsüzleri güçlüler karşısında koruyarak gerçek eşitliği yani sosyal adaleti ve toplumsal dengeyi sağlamakla yükümlü devlet demektir... Hukuk devletinin amaçladığı kişinin korunması, toplumda sosyal güvenliğin ve sosyal adaletin sağlanması yoluyla gerçekleştirilebilir... Anayasa‘nın, Cumhuriyetin nitelikleri arasında yer verdiği sosyal hukuk devletinin dayanaklarından birini oluşturan sosyal güvenlik kavramının içerdiği temel esas ve ilkeleri uyarınca toplumda yoksul ve muhtaç insanlara Devletçe yardım edilerek onlara insan onuruna yaraşır asgari yaşam düzeyi sağlanması, böylece, sosyal adaletin ve sosyal devlet ilkelerinin gerçekleşmesine elverişli ortamın yaratılması" gerekir ( 26.10.1988, E. 1988/ 19, K. 1988/ 33, AMKD, S: 24, 451-452).

Anayasa Mahkemesi, sosyal güvenliği, Anayasa‘nın 17. maddesinde düzenlenen "yaşama hakkı " ile bağlantılandırmıştır. Anayasa Mahkemesi‘ne göre, " hukuk devletinin amaç edindiği yaşama hakkının korunması, sosyal güvenliğin sağlanmasıyla gerçekleşecektir. Sosyal güvenliği sağlayacak olan kuruluşların yasal düzenlemeleri ‘yaşama hakkı ile maddi ve manevi varlığı koruma haklarını zedeleyecek veya ortadan kaldıracak hükümler içermemesi gerekir". Bu gerekçeyle Anayasa Mahkemesi, 506 sayılı Kanunun 34. maddesinde öngörülen ve sosyal sigortalılara yapılacak sağlık yardımını 18 ayla sınırlayan hükmünü, "sağlık yardımı sonunda henüz iyileşmemiş ve tedavisi sürmekte olan kişinin gerek yaşama hakkının gerekse maddi ve manevi varlığını koruma hakkının özünü zedeler bir nitelik taşıdığından Anayasa‘nın 17. maddesine aykırı" görmüştür. Bu karar, sosyal güvenlik hakkı çerçevesinde yapılacak sağlık yardımlarının, Anayasa‘nın 65. maddesindeki sınırlamaya tabi olamayacağını söylemektedir. Bu nokta, Anayasa Mahkemesi‘nin kararında açıkça belirtilmiştir: "Anayasa‘nın 60. maddesi kişilere sosyal güvenlik hakkını vermekle birlikte ikinci fıkrasında bunun için alınacak tedbirleri devlete görev olarak verirken 65. madde ile de bu göreve bazı sınırlamalar getirmiştir. Ancak, 60. maddede belirtilen bu sosyal hak, yine Anayasa‘nın 17. maddesinde düzenlenen ‘yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma.... hakkı‘ ile çok sıkı bağlantı içindedir. Dolayısıyla devlet ekonomik ve sosyal alandaki görevlerini yerine getirirken uygulayacağı sınırlamalarda ‘yaşama hakkını‘ ortadan kaldıran düzenlemeler yapamayacaktır" ( AYMK., 17.1.1991, E. 1990/ 27, K. 1991/ 2, AMKD, S: 27, C:1, 13-39).

Anayasa Mahkemesi‘nin bu kararları uyarınca,  sosyal devleti, sosyal adalet ve sosyal güvenliği sağlamak ve herkes için insan onuruna yaraşır asgari bir yaşam düzeyini gerçekleştirmekle yükümlü devlet olarak tanımlamak olanaklıdır. Oysa, 5510 sayılı yasa ve bu yasada değişiklik öngören taslak ile biçimlenen Dünya Bankası ve IMF Modeline dayalı Sosyal Güvenlik Reformu" sosyal devleti ve sosyal güvenlik hakkını tümüyle reddetmekte, bireyi geleceği yasalarla güvence altında olan bir yurttaş yerine, yazgısını mali piyasaların gücünün belirlediği edilgen bir nesneye dönüştürmektedir.

Anayasa Mahkemesi‘nin 5510 sayılı Yasa ile ilgili olarak verdiği 15.12.2006 tarihli 2006/111-112 sayılı iptal kararının Genel Değerlendirme bölümünde şu saptamalar yer almaktadır.

"...

Sosyal güvenlik, bireylerin istek ve iradeleri dışında oluşan sosyal risklerin, kendilerinin ve geçindirmekle yükümlü oldukları kişilerin üzerlerindeki gelir azaltıcı ve harcama artırıcı etkilerini en aza indirmek, ayrıca sağlıklı ve asgari hayat standardını güvence altına alabilmektir. Bu güvencenin gerçekleştirilebilmesi için sosyal güvenlik kuruluşları oluşturularak, kişilerin yaşlılık, hastalık, malûllük, kaza ve ölüm gibi sosyal risklere karşı asgari yaşam düzeylerinin korunması amaçlanmaktadır.
...

Kişilere sağlanan bu anayasal güvencelerin yaşama geçirilebilmesi için Devlet tüm çalışanlara sosyal güvenlik hakkını sağlamak ve bunun için gerekli önlemleri almakla yükümlüdür. Ancak, bu doğrultuda düzenlemeler yapılırken, sosyal güvenlik hakkından yararlanacak olanların hukuksal konumları gözetilerek aynı statüde bulunmayanların bu statülerinin gerekli kıldığı kurallara bağlı tutulmaları Anayasa‘nın 10. maddesinde belirtilen kanun önünde eşitlik ilkesinin doğal bir sonucudur. Bu ilke, hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. Eşitlik ilkesinin amacı, aynı durumda bulunan kişilerin yasalar karşısında aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak, ayırım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak yasa karşısında eşitliğin çiğnenmesi yasaklanmıştır. Yasa önünde eşitlik, herkesin her yönden aynı kurallara bağlı tutulacağı anlamına gelmez. Durumlarındaki özellikler, kimi kişiler ya da topluluklar için değişik kuralları ve uygulamaları gerektirebilir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar farklı kurallara bağlı tutulursa Anayasa‘da öngörülen eşitlik ilkesi zedelenmez.
...

Anayasa Mahkemesi‘nin önceki kararlarında da belirtildiği gibi, memur statüsü ile emekli statüsü arasında organik bir bağ bulunduğundan memur statüsünde yapılan değişiklikler doğal olarak emekli statüsünde de etkisini göstermektedir. Bu nedenle memurun sosyal güvenlik haklarından biri olarak emeklilik de Anayasa‘nın 128. maddesinde belirtilen memurların ve diğer kamu görevlilerinin "diğer özlük işleri" kapsamında aynı yasal güvence içindedir.
...

Tarihi süreç içinde geçmişi "sosyal sigorta"dan çok daha eskilere dayanan ve memurların sosyal güvenlik hakkının en önemli güvencesi olan emekli maaşı, önceki hizmetler de gözetilerek verildiğinden, devletin mali olanaklarının yeterliliği ve adil ölçüler içinde görevlerinin niteliğine uygun olmalıdır. Hukuk sistemimizde de bugüne kadar emekli maaşının hesaplanmasında, belirtilen özellikler dikkate alınarak hizmet süresi, yaş, görevin önemi, alınan ve alınmakta olan maaşlar ve kesenekler gibi unsurların etkili olduğu görülmektedir.

Yasa koyucunun Anayasa‘nın 7. maddesi uyarınca sahip olduğu genel düzenleme yetkisi kapsamında bulunan konuların, 128. maddede özel olarak vurgulanarak yasa ile yapılmasının Anayasa buyruğu haline getirilmesi, Devletin en temel işlevlerinden olan kamu hizmetinin görülmesindeki yeri tartışmasız olan kamu görevlileri için statülerine, yaptıkları görevin gereklerine uygun, emeklileri için de önceki statüleri ile uyumlu ayrı yasal düzenleme yapılmasını gerekli kılmaktadır. Ancak, düzenlemenin aynı hukuksal konumda bulunmayanların bu özelliklerini ve farklılıklarını yansıtmak koşuluyla aynı veya başka bir yasa içinde yapılması hususu kuşkusuz yasa koyucunun takdiri içindedir.
...

Belirtilen nedenlerle, 5510 sayılı Yasa‘da, aynı hukuksal konumda bulunmayan memurlar ve diğer kamu görevlileri ile bunlar dışında kalan sigortalıların yukarıda belirtilen özellikleri gözetilmeksizin aynı sisteme bağlı tutulması, Anayasa‘nın 2., 10. ve 128. maddelerine aykırıdır. Dava konusu düzenlemelerin memurlar ve diğer kamu görevlileri yönünden iptali gerekir.
...

5510 sayılı Yasa ile sağlık hizmetlerinin yaygın bir şekilde görülebilmesini sağlamak amacıyla genel sağlık sigortası kurulması öngörülmüştür. Yasa‘nın genel gerekçesinde beş farklı emeklilik rejiminin aktüeryal olarak hak ve yükümlülüklerin eşit olacağı tek bir emeklilik rejimine dönüştürülmesinin planlandığı, buna koşut olarak sağlık hizmetlerinin düzenlenmesinde de aynı anlayışın esas alındığı anlaşılmaktadır. Oysa yukarıda da belirtildiği gibi memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yürüttükleri kamu hizmetine bağlı olarak hukuksal konumları, diğer çalışanlardan bir çok bakımdan farklılıklar göstermektedir.
 

Çalışmakta olanları ve emeklileri kapsayan genel sağlık sigortasından yararlanma hakkı da, Anayasa‘nın 128. maddesinde memurlar ve diğer kamu görevlileri için yasayla düzenlenmesi öngörülen haklar arasında bulunduğundan, üstlendikleri kamu hizmetinin aksamadan yürütülmesi ve hizmet alanlar yönünden de olumsuzluklar yaşanmaması için bu hususların da memurların diğer hakları gibi onlara ilişkin düzenleme içinde ayrıca yer alması Anayasal bir gerekliliktir.
 
Açıklanan nedenlerle genel sağlık sigortası kapsamındaki dava konusu kurallar belirtilen özellikleri taşımaması nedeniyle memurlar ve diğer kamu görevlileri yönünden Anayasa‘nın 2., 10. ve 128. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.
..."
denilmektedir.
Öte yandan, gerekçeli kararda kamu görevlileri ile ilgili durumun tanımlanmasının ardından,   ‘‘Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar farklı kurallara bağlı tutulursa Anayasa‘da öngörülen eşitlik ilkesi zedelenmez. Çalışma yaşamında kimilerinin hukuksal konularından kaynaklanan değişik kurallara bağlı tutulmaları, diğer çalışanlardan ayrıcalıklı duruma gelmeleri anlamına gelmez. Yaptıkları işin özelliği nedeniyle aynı kurallara bağlı tutulamayanlar için de koşut düzenlemeler getirilerek ekonomik ve mali haklar yönünden eşitlik sağlanabilir.‘‘ İfadesine de yer verilmiştir.
Anayasa Mahkemesi‘nin gerekçeli kararı Hükümeti bağlayan ve düzenleme yapması gereken konular için iki ana yönelim tanımlamıştır: Kamu çalışanlarının hukuksal statüsünün, 5510 sayılı Yasada belirlenenden farklı bir düzenleme gerektirmesi ve diğer sigortalılar için norm ve standart birliğinin gözetilmesi.

Anayasa Mahkemesi kararı, memurlar ve diğer kamu görevlileri açısından sosyal güvenlik ve sağlık yönünden Anayasanın 128. maddesine uygun olarak gerekli güvenceleri kapsayan ayrı bir yasa yapılması veya aynı yasa içinde ayrı bir bölümde ayrı düzenleme yapılmasını zorunlu kılmaktadır. Bu nedenle, 5510 sayılı Yasa‘da Anayasa Mahkemesi kararlarına uygunluk sağlanabilmesi için kamu görevlilerinin durumunun ayrı bir bölümde düzenlenmesi gereklidir.

Anayasa Mahkemesi kararındaki diğer önemli konu da, kamu görevlileri  için anayasal güvence altında bulunan ve korunan hakların koşut bir biçimde tüm çalışanlara tanınması ile ekonomik ve mali haklar yönünden, çalışanlar arasında eşitlik sağlanmasıdır.   

Sosyal sigortalar ile ilgili olarak, kamu görevlileri açısından yapılan bu değerlendirme ile Anayasa Mahkemesi, kamu çalışanlarının kazanılmış haklarını korurken, Hükümete de tüm çalışanlar için uygulaması gereken norm ve standartların alt sınırını işaret etmiştir.

Karar sonucu ortaya çıkan yeni durumda, sosyal güvenlik reformunun dayandırıldığı temel gerekçeler ortadan kalkmıştır. Emeklilik yaşı, emekliliğe esas prim ödeme gün sayısı, emekli aylıklarının hesaplanma yöntemi, emeklilerin refahtan pay almalarına olanak verecek emeklilik geliri, herkese gereksinimi kadar erişilebilir sağlık hakkı gibi konularda yasa çalışmaları sırasında ısrarla gündeme getirdiğimiz ve dikkate alınmayan hak taleplerimiz, Anayasa Mahkemesi‘nin tanımladığı koşullarda, çalışanlar arasında ayrım yapmayacak biçimde karşılanmalıdır. Hükümet, çalışan kesimler arasında ayırım yapamaz, yapmamalıdır.  

 
Oysa, değişiklik taslağı, bu anlayışı gözetmeden üstelik Anayasa Mahkemesi kararının tersine bir yaklaşımla hazırlanmıştır. Memurlar ve kamu görevlileri,  5510 sayılı Yasa‘nın yürürlüğe girdiği tarihten önce ve sonra çalışanlar olarak ayrılmakta ve farklı hükümlere tabi tutulmaları öngörülmektedir. Bu durumda, bir yandan 5510 sayılı yasa yürürlüğe girmeden önce görevde bulunan memurların haklarının korunduğu görüntüsü yaratılmakta; diğer yandan da daha sonra çalışmaya başlayanlar için Anayasa Mahkemesi kararında belirtilen gerekçeye aykırı olarak, Anayasa‘nın 128. maddesine açıkça aykırı bir düzenleme yapılmaktadır. Böylece, Anayasa‘ya açıkça aykırı ve iptal edilmesi güçlü bir olasılık olan, bir düzenleme yapılmak istenmektedir.

Taslak metinde yeniden düzenlenen bazı maddeler de yeni sorunlara neden olacak ve kabul edilemez niteliktedir. Anayasa Mahkemesi‘nin iptal ettiği ve yeniden düzenlenmesi gereken konulardan biri olan, emekli aylıklarının belirlenmesi ve artışların hesaplanmasında kullanılan güncelleme katsayısı da bu nitelikte bir düzenlemedir.  

Taslak metinde, güncelleme katsayısının TÜFE artışının tamamı ve GSYİH‘nın yüzde 25‘inin 1 tam sayısına eklenmesi yoluyla belirlenmesi öngörülmektedir. Bu hesaplamada ulusal gelir artışının neden yüzde 25‘inin alındığı sorusunun yanıtı, sosyal devlet ve gelirin adil dağılımını gerçekleştirmeyi amaçlayan bir anlayışı yansıtmaktan uzaktır. Bu uygulama, gelir dağılımının emekten yana bozulduğu ve sermayeden yana bir gelir dağılımı politikasının sürekliliği anlamına gelmektedir.  Yıllardır gerçekleşen TÜFE artış oranları ile en az üç kat artan reel faiz oranlarının karşılaştırılması, bu konuyu netleştiren en somut göstergedir. TÜFE‘nin belirlenme yöntemi de bu parametreyi ayrıca tartışmalı kılmaktadır. Güncelleme katsayısı için belirlenen bu yöntem, adil olmayan bir uygulama olduğu gibi, sosyal güvenliğin asgari hayat standardını sağlamadaki rolünü de görmemek anlamına gelir. Bu durum Anayasa Mahkemesi‘nin iptal kararına açıkça aykırıdır.

5510 sayılı Yasa TBMM‘nde görüşülürken, halkın yüzde 99‘u  "hayır" oyu vererek reddetmiştir. Anayasa Mahkemesi‘nin kararı da bu Yasa hükümlerinin, "genel" nitelikte ve "eşitlik" temelinde uygulanma olanağını ortadan kaldırmıştır. Anayasa Mahkemesi‘nin kamu çalışanları açısından iptal ettiği sağlıkla ilgili hükümler, gerçekte tüm çalışanların sağlık hakkının çerçevesini tanımlamaktadır.

Bugün gelinen noktada, bu yasanın belirlediği sistem üzerinden bir "reform" tartışması yapmanın olanağı yoktur. Bu yasa, çalışanları tutsak edecek, kazanımlarını ortadan kaldıracak, çalışanlar arasında ve kuşaklar arasında eşitsizlikleri derinleştirecek, toplumsal hak karşıtı bir yaklaşımın ürünüdür. Sağlık hakkının herkesin ulaşabildiği bir toplumsal hak olarak düzenlenmesi yerine, taleplerimizin tam karşıtı sınırsız bir özelleştirme ve bir ticaret konusu olarak tasarlanması anlayışı sürmektedir.

Bu anlayış, yasanın yürürlüğe girmesini bile beklemeden tebliğlerle uygulamaya da dönüştürülmüştür ve kararlılıkla uygulanmaktadır. Bu alanda kısa dönemli, geçici ve kaynakları hızla tükettiği için kısıtlanması kaçınılmaz olan uygulamalar, halkın çaresizliği ve beklentileri istismar edilerek, halk aldatılarak yürütülmektedir. Sağlık alanındaki bu geçici tablosunun bedeli bugün halktan gizlenmektedir. Gelecekte, Yasanın uygulanmasıyla, ortaya çıkacak olan ilk sonuç, sağlık alanındaki aşırı harcamalar ileri sürülerek, sağlık hakkının kısıtlanması olacaktır.  

Bu tutumu sürdürmenin, bu alandaki sorunları aşmakta çözüm olmayacağı ortadadır. Bugün, sosyal güvenlik ve sağlık hakkının karşılanması konusunda ülkenin tüm emekçilerinin ve halkımızın ihtiyacı olan bir sosyal güvenlik sisteminin yeniden tasarlanması ve uygulanması için dayatılan bu sistemin dışında akılcı bir yaklaşıma gerek vardır.

Bu  nedenle;

·    Anayasa Mahkemesi, iptal kararlarıyla "Sosyal Güvenlik Reformu"nu yok saymıştır. 5510 sayılı Yasayı yürürlükten kaldırarak, toplumun tüm kesimlerinin olurunu da alacak "gerçek bir reform"a dönüştürmek için bu bir fırsat olarak değerlendirilmelidir.

·    Anayasa Mahkemesi‘nin gerekçeli kararı, tüm çalışanlar yönünden yorumlanmalıdır. Eski memur- yeni memur, tanımlarıyla, iptal kararının amacını aşmak ve kararın sonuçlarını yok saymak doğrultusundaki düzenlemeler yerine, gerçek reform niteliği olan bir yasa için çalışmalar sürdürülmelidir. Kaldı ki, yasanın yürürlüğe girdiği tarihten önce çalışan memurların haklarını korumanın, Anayasa Mahkemesi kararına uygunluk sağlamaya yetmeyeceği; memurların anayasadan kaynaklanan hakları bulunduğu sürece yasanın yürürlük tarihinden sonra memur olarak çalışmaya başlayanların statülerinin değişmeyeceği; ancak bu doğrultudaki bir düzenlemenin anayasaya aykırı niteliğinin süreceği unutulmamalıdır.

·    Bu süreçte, sosyal güvenlik sistemimizin öncelikli sorunu olarak yaşanan emeklilerin içinde bulunduğu ağırlaşan koşullara temel çözümler üretilmesi gereklidir. Sosyal güvenlik sisteminin iyileşmesi, gelir-harcama arasında kurulan ekonomik dengeden ve Sosyal Güvenlik Kurumun kar-zarar tablosuna indirgenmiş işletmecilik anlayışından daha fazlasını ifade etmektedir. Sistemin bir bütün olarak iyileştirilmesi amaç olmalıdır. Bu kapsamda, eski emeklilerin aylıkları ile ilgili olarak insanca yaşama koşullarına ulaşmayı gözeten bir düzenleme mutlaka yapılmalıdır.  

·    Norm ve standart birliği, tüm sigortalıları "en az"da değil, toplumsal uzlaşmayla belirlenecek sosyal devlet ilkesine uygunluk temelinde en üstte eşitlemeyi hedefleyen bir düzlemde sağlanmalıdır. Yoksulların yoksullukta eşitliği değil, çalışanların hak temelinde eşitliği hedeflenmelidir.

·    Sağlık, her yurttaş için eşitlik ve hak temelinde erişilebilecek ve yararlanabilecek bir kamu hizmeti olarak düzenlenmelidir. Piyasa kurallarının belirleyici olacağı bir sağlık sisteminden vazgeçilmelidir. Bu sistemin uygulandığı başka ülkelerde iflas etmiş olduğu unutulmamalıdır. Ülkenin içinde bulunduğu ekonomik koşullar, işsizlik, kayıt dışı çalışanların oranı ve bölgesel eşitsizlikler bu sistemin işleyişine engeldir. Halkın sağlığını kaybetmesi anlamına gelecek bu model yerine,  genel vergilerden karşılanacak bir sağlık sistemini gerçekleştirmek gereklidir.

·    Hazırlanacak yeni yasa, kazanılmış hakları koruyarak geliştiren, toplumun tüm kesimlerini kapsayan, kayıt dışı ekonominin kayda alınmasıyla sistemin dayanışma niteliğini güçlendiren bir yaklaşıma dayandırılmalıdır.

·    Yasanın, yeniden hazırlanması aşamasında DB modelleri yerine bu alandaki tüm ulusal bilgi ve birikimlerden yararlanmalı; borç yönetimi politikaları değil toplumun gereksinimleri hedeflenmeli; IMF‘nin öncelikleri yerine toplumsal öncelikler ve kamu yararı gözetilmelidir.

·    Bu doğrultuda, bütçeler IMF için "faiz dışı fazla" hedefi yerine, halk için "sosyal güvenlik fazlası"  hedeflenerek bağlanmalıdır.

·    Hükümet‘in sosyal politikalar olarak yaygınlaştırdığı ve siyasallaştırdığı uygulamalar, sosyal devlet kurallarına göre yürütülmelidir. Kamu kaynakları ile sürdürülen ve denetlenemeyen süreçlerde planlanan ve gerçekleştirilen harcamalara dayanan bu uygulamaların, geçici ve keyfi niteliğinden arındırılması gereklidir. Bu yardım ve olanaklar ihtiyaç duyan herkese, eşit ve nesnel ölçütlere göre ulaştırılmalı, uygulama siyasal bir organizasyon ve yararlanma görüntüsünden çıkarılmalıdır. Sosyal yardımlar yasa ile düzenlenmeli, iane ve bağışlama görüntüsü yerine, yurttaşların devletten isteme hakkı kapsamında bir hak boyutuna taşınmalı ve sosyal devletin gerektirdiği kurumsal ilişkiler aracılığıyla uygulanmalıdır.


II. SOSYAL SİGORTA HAKLARI DAHA GERİYE ÇEKİLMİŞTİR

Taslak, memurlar ve diğer kamu görevlileri yönünden ayrı bir bölümde ya da ayrı bir yasa olarak düzenlenmediğinden ve eski-yeni memur ayırımına dayalı bir düzenleme içerdiğinden, genel olarak Anayasa Mahkemesi kararına uygunluk taşımamaktadır. Öte yandan, sosyal sigortalarla ilgili olarak gerçekleştirilen kimi düzenlemeler de öncekinden bile daha geri ve kabul edilemez niteliktedir.

Gerek 5510 sayılı kanun, gerekse de değişiklik taslağında emekli yaşının 65‘e çıkarılmasının, prim ödeme gün sayısının 9000‘e çıkarılmasının, aylık bağlama oranlarının düşürülmesinin kabul edilemeyeceğini, bu durumun kayıt dışı ekonominin çok yüksek oranda olduğu Türkiye için uygulanamaz bir model olduğunu bir kez daha vurgulamak isteriz.

1- Taslakla, üçüncü maddenin 29. bendinde güncellenme katsayısı yeniden düzenlenmiştir. Emekli aylıklarının hesaplanmasında kullanılan güncelleme katsayısı eski düzenlemede her yılın kasım ayına ait ortalama prime esas günlük kazancın, bir önceki yılın aynı ayına ait ortalama prime esas günlük kazanca göre değişim oranı ile her yılın Aralık ayına göre açıklanan TÜFE deki değişim oranına göre belirlenirken,  yeni düzenlemede Aralık ayında açıklanan TÜFE‘ye, o yılın büyüme hızının yüzde 25‘i eklenerek hesaplanacak olmasıdır. Genel değerlendirme bölümünde eleştirilen bu düzenleme, asgari sosyal güvenlik hakkını sağlamayan haliyle Anayasa‘ya aykırıdır.

2- Taslağın kamu idarelerinde görev yapan memurlar ve diğer kamu görevlileri ile ilgili iptal edilen 4. maddesinin c bendi, aynı biçimde korunmuştur.  Taslağın geçici maddelerinde bu yasanın yürürlüğe girdiği tarihten önce görevde olan memurlar ve diğer kamu görevlilerinin 5434 sayılı Yasaya tabi olacağı, bu yasa yürürlüğe girdikten sonra göreve başlayacak olan memurlar ve diğer kamu görevlilerinin bu yasaya tabi oldukları belirtilmiştir. Bu düzenleme ve yaklaşım, Anayasa Mahkemesi kararına açıkça aykırıdır.

3- Taslağın 16. maddesinin 3. fıkrasında emzirme ödeneği yeniden düzenlenmiştir. Eski biçimiyle emzirme yardımı 6 ay süre ile asgari ücretin 1/3‘ü tutarında ödenirken yani toplam asgari ücretin 2 katı tutarında iken, yeni düzenlemeyle bu oran 1/10‘a, yani toplam ödeme tutarı asgari ücretin 3/5‘ ne düşürülmüştür.  Ayrıca kamu görevlileri dışında kalan sigortalılar yönünden ise 90 gün kısa vadeli sigorta primi ödenmesinin yanı sıra her türlü prim borcunun ödenmesi koşuluna da bağlanarak öncekinden daha geri bir düzenleme benimsenmiştir.

4- Taslağın 17. maddesinin birinci fıkrasında, ödenek ve gelirlere esas tutulacak günlük kazanç yeniden düzenlenmiştir. Günlük kazanç iş göremezliğin başladığı veya gelirin bağlanacağı tarihten geriye doğru 12 ay ve daha öncesine ait ise eski haliyle güncelleme katsayısı ile güncellenerek hesaplanması öngörülmekte iken, yeni haliyle güncelleme yapılmamaktadır. Böylece iş kazası, meslek hastalığı, hastalık ve analık hallerinde verilecek ödeneklerin veya bağlanacak gelirlerin hesabına esas tutulacak günlük kazanç sabit tutulmaktadır.
5- Taslağın geçici iş göremezlik ödeneğini düzenleyen ilgili fıkrası yeniden düzenlenerek, geçici iş göremezlik ödeneği eski haliyle günlük kazancın üçte ikisi iken, bu oran yeni düzenlemede beşte üçe düşürülmüş ve daha geriye çekilmiştir. .

6- Taslağın 19. maddesinin Kamu çalışanlarının iş göremezlik nedeniyle bağlanacak geliri düzenleyen beşinci fıkrası Anayasa Mahkemesinin 15.12.2006 tarihli ve E. 2006/111, K. 2006/112 sayılı Kararı ile  iptal edilmiş olup, yeni düzenlemede yer almamıştır.

7- Taslağın 25. maddesinde malul sayılma ile ilgili yeniden düzenleme yapılmıştır. Görevleri ile ilgileri kesilmeksizin silah altına alınanların bu sırada malul olmaları halinde, oranı ne olursa olsun maluliyetleri asıl işlerini yapmaya engel olmayanlar hakkında malullük sigortasına ilişkin hükümlerin uygulanmayacağı düzenlenmiştir.

8- Taslağın 27. maddesinin beş ve altıncı fıkraları memurlar ve diğer kamu görevlileri yönünden iptal edildiğinden, maluliyet aylığı ile ilgili yeni düzenleme yapılmış ve  diğer sigortalılar yönünden geçerli kılınmıştır.  

9- Taslağın 31. maddesi yeniden düzenlenerek, toptan ödeme, yaşlılık aylığı bağlanması gerekli yaşı doldurma koşuluna bağlanmış olup, fiilen toptan ödeme ortadan kaldırılmıştır. Ayrıca dul ve yetimlere ihya hakkı tanınmamıştır.

10- Taslağın 32. maddesinin ikinci fıkrası yeniden düzenlenmiştir. Ölüm aylığı bağlama şartı SSK‘ya bağlı sigortalılar için 900 günden 1800 güne çıkarılmıştır.

11- Taslağın 36. maddesinin dördüncü fıkrası kaldırılmıştır. Yapılan düzenleme ile ölüm sigortasından yararlanmak için tasfiye edilen sürelerin, borçlanılarak veya yurtdışı hizmetler birleştirilerek veya sonradan hizmet tespiti nedeniyle hak kazanılan sürelerin eklenmesi suretiyle ölüm sigortasından yararlanma halinin ihyası engellenmiştir.
 
12- Taslağın 37. maddesinin üçüncü fıkrasında değişiklik yapılmıştır. Eski düzenlemede erkek çocuklar içinde evlenme ödeneği söz konusu iken ve 5434 Sayılı Yasada, anaya da ödenmekte iken yeni düzenlemede yalnızca eş ve kız çocuklarına ödeme yapılması öngörülmektedir. Ayrıca, yeni düzenleme ile cenaze ödeneği asgari ücretin 3 katından 2 katına indirilmiştir.

13- Taslağın 40. maddesinde fiili hizmet süresi zammı çalışanların aleyhine, kapsamı ve süresi daraltılarak yeniden düzenlenmiştir. Yıpranma payı olarak da bilinen Fiili hizmet süresi zammı kapsamındaki iş yeri ve işler ile kapsamdaki sigortalılarda değişiklik yapılmıştır. Yeni düzenlemede hem sigortalılar açısından hem de eklenecek gün sayıları bakımından bir daraltma yaşanmıştır. Aralarında basım ve gazetecilik işyerinde çalışanlar, Basın Kanununa göre çalışanlar, basın kartı sahibi iken kamu kurumlarında mesleği ile ilgili istihdam edilenler, havayollarında uçucu personel, lokomotif makinistleri, infaz koruma memurları, Posta dağıtıcıları,  TRT‘de haber hizmetinde çalışanlar, Zirai Mücadele ve karantina teşkilatında çalışanlar, Devlet Tiyatrosu sanatkârları, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası, deniz üstünde çalışan gemi çalışanlarının 360 günlük hizmetlerinin karşılığı 90 günlük fiili hizmet süresi zammı yeni düzenlemede kaldırılmıştır. Taslakta TSK‘daki subay, astsubay, uzman Jandarma ve uzman erbaşlar, Emniyet görevlileri ile MİT mensuplarının, dalgıçların 90 günlük, yer altı işlerinde çalışanların 180 günlük fiili hizmet zammı ise eski haliyle korunmuştur. Radyasyonla çalışan sağlık personelinin 90 günlük süresi 80 güne, çeşitli kimyasal maddelerle çalışanların fiili hizmet süreleri 10-30 gün arası indirilmiştir. Yeni düzenlemede ayrıca itfaiye işlerinde yangın söndürmede çalışanlara da 60 günlük fiili hizmet süresi zammı getirilmiştir. Bunun getirilmiş olması olumlu olmakla birlikte, yetersizdir, 90 güne çıkarılması ve tüm itfaiye çalışanları lehine kapsamının genişletilmesi gerekir.

Kamu çalışanları ile yapılan görüşmeler sonrasında 2004 yılı Toplu Görüşme Mutabakat metninde yer alması nedeniyle 5510 sayılı yasanın ilk halinde düzenlenen fiili hizmet zammı süresinde posta dağıtıcılarının 90 günlük fiili hizmet süresi zammının kaldırılması toplu sözleşme hukukuna da aykırı bir düzenlemedir. Ayrıca tıpkı polisler gibi riskli görev yapan zabıta memurlarına fiili hizmet süresi öngörülmemesi de yadırganacak bir durumdur.

Taslakta mevcut durumdan geriye gidilerek, Fiili Hizmet Zammından yararlanabilmek için 3600 gün (10 yıl) fiilen çalışma şartı getirilmektedir. Yine Emniyet, MİT ve TSK dışındakilere fiili Hizmet Süresi zammının 5 yılı geçemeyeceği hükmü getirilmiştir.

14- Taslağın 41. maddesinde, sigortalıların borçlanma miktarları sigortalıların kendi tercihlerine bırakılarak, 1 aylık sürede ödenmesi koşulu getirilmektedir.

15- Taslağın 43. maddesinde, TBMM Başkanı ve Başbakana koşulsuz aylık bağlanma olanağı tanınmaktadır. Yürürlükte olan durumda 5434 Sayılı Yasada TBMM Başkanı bu kapsamda değildir. Ek 69. Maddeye göre Başbakana emekli aylığı bağlanmış ise bu aylık cumhurbaşkanlarına bağlanan aylığın %75‘i olarak ödenmekteyken, yeni düzenlemede bu kural kaldırılmaktadır.

Yeni düzenlemede eklenen bir fıkra ile TBMM üyeliği sona eren milletvekillerine özel bir düzenleme ile emekli olmadan temsil tazminatı adı altında Hazineden karşılanmak üzere gelir verilmesi öngörülmektedir. Bu gelir bugün itibarı ile 1.480 YTL ile başlayacak, aylık katsayı arttıkça da artacaktır. Yeni düzenleme ile aynı zamanda TBMM üyeliği sona erdiği halde emekli aylığı almaya hak kazanamayanların ölümü halinde hak sahiplerine gelir bağlanması söz konusu olacaktır.

Özel ve ayrıcalıklı bir düzenleme niteliğindeki bu fıkraların, Yasanın gerekçesi ile çeliştiği ortadadır. Bu hükümler yeniden değerlendirilmeli, yasa metninden çıkarılmalı ya da emekli aylığına hak kazanmayanlara bağlanacak dul ve yetim aylıklarıyla ilgili koşullar milletvekilleri için de aranmalıdır. Halk adına gücü elinde bulunduranların, kendi çıkarlarını öncelemesi; genel ve herkesi kapsayan kurallara aykırı olarak, ayrıcalıklı durumlar yaratması siyasal ve toplumsal etikle bağdaşmamaktadır.
        
17- Taslağın 47. maddesi ile "Vazife ve harp malullüğü" hükümleri yasanın yürürlüğe girdiği tarihten sonra işe başlayanlar için yeniden düzenlenmiştir. Bu düzenlemede vazife malullüğü zamları ile TSK vazife malullüğü uygulaması kaldırılmıştır.
 
Barışta görev yapan uçucularla, dalgıçlar, uçuş ve deniz altıcılığın veya dalgıçlığın çeşitli sebep ve tesirleriyle oluşan kazalar harp malullüğü kapsamından çıkarılmıştır.


18- Taslağın 49. Maddesi‘nde itibari hizmet süreleri ile ilgili düzenleme yapılmıştır.  Önceki düzenlemede, Yasada tanımlanan görevlerde geçen fiili hizmet sürelerinin bir katı itibari hizmet süresi olarak eklenirken, yeni düzenlemede bu süre her yıl için altı ayla sınırlanmıştır. Birinci fıkrada belirtilen görevlerde verilecek itibari hizmet süresi toplamı da beş yıldan üç yıla indirilmiştir.  Yine eski metinde Türk Silâhlı Kuvvetleri, Milli İstihbarat Teşkilâtı Müsteşarlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Orman Genel Müdürlüğünde pilot olan ve olmayan uçucu, denizaltıcı, dalgıç, kurbağa adam ve paraşütçülerin bu görevlerinde geçirdikleri fiilî hizmet sürelerinin her yılı için altı ay itibari hizmet süresi eklenirken yeni düzenlemede her yıl için üç ay olarak düzenlenmiştir. Yine yukarıda tanımlanan görevliler için eski metinde itibari hizmet süresinde sınır yokken yeni düzenlemede beş yılla sınırlandırılmıştır.

 19- Taslağın 51. maddesinin ikinci fıkrasında yapılan düzenleme ile 4857 sayılı İş Kanunu gereği eksik gün bildirimi yapılan sigortalıların eksik günlerini isteğe bağlı sigorta ödeyerek tamamlamaları olanağı getirilmiştir. Ancak, bir ay içinde 30 günden az süreyle çalışan ve isteğe bağlı sigortalı olmayan eksik çalışanlar ile zorunlu sigorta kapsamında olan günler dışında kalan süreler için isteğe bağlı sigortalı olunması durumunda, isteğe bağlı sigorta prim borcu olanların sağlık sigortasından nasıl yararlanacağı gibi konular düzenlenmemiştir.  

20- Taslağın 52. maddesinin 2. fıkrasında yapılan düzenleme ile isteğe bağlı sigortalılardan oturma izni almış yabancıların genel sağlık sigortası kapsamına alınması için bir yıllık Türkiye‘de yerleşik olma şartı getirmektedir.

21- Taslağın 53. maddesinde, sigortalının son görevinin bu yasanın 4/a veya 4/b kapsamında olup, 4/c‘ye göre emekli olunması halinde emekli ikramiyesinin nasıl ödeneceği düzenlenmemiştir. Bu durum, uygulamada sorunlara neden olabilecektir.


22- Taslağın 54. maddesinde, eşler hariç yetim kız çocuklarına, kendi aylığı var ise diğer statüde aylık bağlanmayacağı öngörülmektedir. Mevcut uygulamada kendi aylığı olsa da bağlanmaktadır. Yine 5434 de olan tercih aylığı kaldırılmaktadır. Hem anneden hem de babadan gelir hak ediyorsa yüksek olanın tamamı, diğerinin yarısı bağlanmaktadır. 5434‘de ise her ikisinden biri tercih edilmektedir.  


23- Taslağın 58. maddesinin üçüncü fıkrasında yapılan düzenleme ile Sosyal Sigorta Yüksek Sağlık Kurulu katılımcılarına ödenecek huzur hakkı düzenlenmektedir. Huzur hakkı ödeme tutarı 2000-3000 gösterge rakamından 4000‘e ve toplantı sayısı 4‘ten 8‘ çıkarılmıştır.


24- Taslağın 101. maddesinde uyuşmazlıkların çözüm yeri olarak İş Mahkemeleri‘nin yetkili ve görevli olduğu belirtilmiştir. İdari davalara konu olabilecek eylem ve işlemlerin iş mahkemelerine bırakılması uygulamada sorunlar yaratacaktır. Bu hükmün Anayasaya uygunluğu da tartışmalıdır.


25- Taslağın 106. maddesinde yürürlükten kaldırılan kanunlar ve ilgili maddeleri düzenlenmiştir. Bununla Emekli aylığı bağlama oranlarında "alt sınır" kaldırılmıştır. Bu durum emekli maaşlarının düşmesine yol açacaktır.

III. GENEL SAĞLIK SİGORTASI İLE 18 YAŞIN ÜZERİNDEKİ NÜFUS İÇİN "PARAN KADAR SAĞLIK" ANLAYIŞI GETİRİLMEKTEDİR.

A- GENEL OLARAK

Sosyal devletin temelini oluşturan sosyal güvenlik hizmetleri sayesinde kişilerin gelir düzeyi ne olursa olsun sağlık hizmetinden yararlanabilmeleri sağlanmıştır. Ancak 5510 sayılı Yasa ile sağlık hizmetlerinin sosyal devlet anlayışı çerçevesinde sunulmasından vazgeçildiği görülmektedir. Bu durum ise finansmanda yaşanan güçlüklerle açıklanmaya çalışılmaktadır.

Genel olarak ülkelerin sağlık finansmanının 3 şekilde sağlandığı görülmektedir. Bunlar;  
a) özel finansman,  
b) kamu sağlık sigortacılığı,  
c) genel vergilerden oluşturulan ulusal sağlık sistemleridir.  

a)- Özel finansman; özel sigortacılık uygulamalarını ve hizmeti kullanım anında kullanıcı tarafından yapılan ek ödemeleri temel alan bir sistemdir. Dünya Sağlık Örgütü‘nün de belirlediği gibi toplumda parası olan, ayrıcalıklı toplum kesimlerinin ayrıcalıklı gereksinimlerine yanıt vermek üzere ortaya çıkan bir sistemdir.

b)-Kamu sağlık sigortacılığı sistemi; Hükümetin kaynak yetersizliği, bütçe açıkları gerekçesiyle dar gelirli ve yoksul toplum kesimlerinden prim ve ek ödeme temelinde oluşturduğu zorunlu kamu sigortacılığı sistemidir. Hükümetlerin uyguladığı ekonomik ve sosyal politik tercihler nedeniyle sayıları hızla artan az gelirli ve yoksul toplum kesimlerinin yaşadığı koşullar nedeniyle yüksek sağlık taleplerini pirim ve ek ödeme vb. zorunluluklar ile kontrol altına almayı hedefleyen bir sistemdir.  

Bu sigorta sisteminde uygulanan prim ödemesi ile genel vergiler dışında sağlık için bir tür özel ek vergi getirilmektedir. Bu ek vergi anlayışı geniş halk kesimleri üzerine ek bir finansman yükü daha ilave edeceğinden olumsuz tablo daha da ağırlaşmaktadır. 5510 Sayılı Kanun ile benimsenen bu sistemin, kendisine kaynak olarak dar gelirlileri ve yoksulları belirlemesi sistemin açmazını oluşturmaktadır.

Bu sigorta modeli, toplumun sağlık verilerinde iyileşmeyi sağlayamadığından etkinliği de tartışma konusudur. Zira kamu sigortası sistemleri, kaynakları daha fazla oranda tedavi edici hizmetlere yönlendiren yapısal bir özelliğe sahiptir. Genel olarak hükümetlerin sağlıktaki popülist politikaları ile halkın tedavi edici sağlık hizmetlerine tercih eğilimi birleştiren bir sistemdir. Sigorta uygulamasıyla oluşturulan kaynağın tedavi edici sağlık hizmetlerine yönlendirilmesi, halkın doğal tedavi yönelimli tercihi ile birleştiğinde koruyucu sağlık hizmetleri iyice zayıflamaktadır.

c)- Genel vergilerden oluşturulan ulusal sağlık sistemleri; kamusal finansman ile sağlık hizmetlerinin bir bütün olarak kamusal bir anlayışla sunulmasını birleştiren bir sistemdir.  

Sağlık sistemini geliştirip etkin kılmak ve tüm toplum kesimlerinin gereksinimlerine eşit olarak yanıt üretmek, adaletli bir vergi sistemine dayalı genel bütçeden finanse edilen bir sistemle mümkündür. Özellikle gelir dağılımının ileri derecede bozulduğu ülkelerde az gelirli ve yoksul kesimleri koruyan, gelir dağılımını düzeltme aracı olarak sosyal güvenliği genel bütçeden karşılayan bir sisteme ihtiyaç bulunmaktadır.  

Genel vergilerle finanse edilen ulusal sağlık sisteminde, finansmanla hizmet üretiminin entegre biçimde sunulması ve sağlık hizmetlerinin de koruyucu ve tedavi edici olarak bu sistem içinde entegre edilmesi, etkinliği daha da arttırmaktadır Böylelikle, merkezi yürütme aygıtı, kaynakları hangi sorunlara, hangi alanlara kaydıracağına karar verme, koruyucu ve tedavi edici hizmetleri, birinci basamakla diğer basamakları uygun noktada dengeleyebilme şansına sahip olabilmektedir.  

Deneyimler ve araştırmaların gösterdiği sonuca göre bu sistem sigorta modeline göre daha eşitlikçi, daha etkin, koruyucu sağlık hizmetleri ile birinci basamağı öncelediği için daha az maliyetli bir sistemdir.  Ne var ki, Genel Sağlık Sigortası ile herkesin sosyal güvence altına alınacağı,  tek çatı ile sağlık hizmet sunumundaki eşitsizliklerin sona erdirileceği,  hekim hasta arasındaki para ilişkisi kaldırılacağı belirtilmiş olmasına karşın, sağlık hizmetlerinin ticarileştirilmesinin önünde önemli bir engel olarak görüldüğünden olsa gerek 5510 sayılı Yasada bu sistem benimsenmemiştir.

B- GENEL SAĞLIK SİGORTASI HÜKÜMLERİNİN GENEL DEĞERLENDİRİLMESİ

5510 Sayılı Kanununda düzenlenen Genel Sağlık Sigortası sistemi ile kişilere sağlık haklarının gereği olarak sağlık hizmeti sağlanması değil prim temelinde sağlık yardımında bulunulması ve geri kalanın de katılım payıyla tamamlanması öngörülmüştür.  Yasada sınırlı yardım, "temel teminat paketi" anlayışı benimsenmiştir.  Oysa sağlık hizmetleri; koruyucu sağlık hizmetleri, tedavi hizmetleri ve rehabilitasyon hizmetleri olarak bütüncül bir yapı gösterir. Kişilerin hastalık öncesi alacakları hizmet ile hastalıklarında ulaşacakları tedavi hizmetleri ve ihtiyaç durumunda da tedavi sonu rehabilitasyon hizmetleri bir bütünsellik içindedir. Bu bütünselliği ortadan kaldıran ve her bir hizmet sunumunu da kendi içinde parçalara ayrıştıran bir sağlık yardımı anlayışı sağlık hizmet etkinliğini olumsuz etkileyecektir.  

5510 Sayılı Yasa‘da teminat kapsamındaki sağlık hizmetlerinin sayılarak belirlenmesi yöntemine gidilmesi, bazı sağlık hizmetlerinin başından itibaren kapsam dışında bırakılması, kapsamdaki hizmetlerin, hangi tedavi yöntemleri ve ne kadar süre ile verileceğinin de Kurum‘ca belirlemesi kabul edilmiştir. Üstelik daha önce metinde yer alan Kurumun bu amaçla bilimsel komisyonlar kuracağı yönündeki düzenleme de ortadan kaldırılarak bu yetkinin bilimsel ölçütleri olmadan da kullanılabilmesine olanak sağlanmıştır. Bu düzenleme, sağlık hizmetinin bir hak olarak görülmediğini, verilecek hizmetin kapsamının yürütme tarafından daraltılabileceğini ortaya koymaktadır. Hangi sağlık hizmetlerinin kapsam içinde olduğu belirsiz olan maliyet-fayda, maliyet-etkinlik ve benzeri ölçütler temelinde belirlenecek sağlık hizmetlerinin sunulması, zaten sağlıkta var olan eşitsizlikleri daha da artırıp pekiştirecektir.

C-  5510 SAYILI KANUNUN GENEL SAĞLIK SİGORTASI HÜKÜMLERİNDE ÖNGÖRÜLEN DEĞİŞİKLİK TASLAĞININ DEĞERLENDİRİLMESİ

1. 5510 sayılı Yasada yalnızca aylık gelir durumu asgari ücretin üçte birinden az olan kişilerin yoksul olarak belirlendiği görülmektedir. "Yeşil kart" verilecekler için belirlenen ölçüt taslağa aktarılmış ve her türlü aylık gelirin tutarı net asgari ücretin üçte birinden az olan kişiler genel sağlık sigortalısı sayılmış, aylık geliri bugün itibariyle 139,6 YTL‘nin üzerinde olan kişilerin her ay 73 ile 475 YTL arasında genel sağlık sigortası primi ödemek zorunda oldukları belirtilmiştir. Bu düzenlemelerle toplumun yoksul kesimleri de önemli bir hak kaybına uğramaktadır. (mad. 60)

2. 5510 sayılı Yasada sağlık hizmetinden yararlananlara katılım payı ödeme zorunluluğu getirilmiş iken taslak düzenlemeler ile yatan hastaların tedavi bedellerinden dahi katılım payı alınacağı düzenlenmiştir.(mad. 68) Üstelik bu payın ödenmesi, kapsamdaki diğer tüm kişiler gibi  yeşil kartlı olarak bilinen kesime de bir yükümlülük olarak getirilmiştir. Her ne kadar bu payın daha sonra kendilerine iade edileceği yönünde bir düzenlemeye yer verilmiş ise de, toplumun en yoksul ve korunmaya muhtaç kesimlerinin sağlık hizmeti esnasında katılım payı ödemek zorunda bırakılmaları daha sonra da ödedikleri katılım payını geri almak için uğraş vermek durumunda bırakılmalarını sosyal adaletle bağdaştırmak mümkün değildir.  

3.Herkesin sağlık hizmetlerinden yararlanması en doğal hak ve devletin de bu hakkın kullanılmasını sağlamak yükümlülüğünü yerine getirmesi gerekirken, Yasa ve taslak düzenlemeler ile sağlık hizmetinden yararlanma kişinin prim borcunun bulunmaması şartına bağlanmıştır.  Başka bir işverene bağlı çalışan işçiler ve kamu görevlileri dışındaki sigortalılar yönünden sağlık hizmeti sunucusuna başvuru tarihinde 30 günden fazla prim borcu bulunmaması, sağlık hizmetlerinden yararlanma koşulu olarak gösterilmiş iken, isteğe bağlı sigortalılar, oturma izni olan yabancılar, diğer bentlerde sayılmayan ve başka bir ülkede sağlık sigortasından yararlanma hakkı bulunmayan vatandaşlar yönünden bu koşul daha da ağırlaştırılarak hiçbir prim borcunun bulunmaması zorunluluğu getirilmiştir.(mad.67)

GSS kapsamında olunmasından önce kronik hastalığı bulunan yabancıların bu hastalıklarının finansmanının Kurumca sağlanmayacağı kuralı getirilmiştir.(mad.65)

Eski sosyal güvenlik kanunları kapsamında gelir ve aylık bağlananlardan borçlanmak suretiyle aylık alanlar Türkiye‘de ikamet etmemeleri halinde GSS kapsamı dışında tutulmuştur.(mad.60)

Katkı payını birinci basamakta yapılan muayenelerde almama ya da daha düşük tutarlarda belirleme, ikinci ve üçüncü basamakta yapılan muayenelerde ise sevkli olarak başvurulup başvurulmadığı dikkate alınarak yarıya kadar indirme veya beş katına kadar arttırma şeklinde geniş bir yetki Kuruma bırakılmıştır.(mad.68)

4. GSS‘nın sigortalıya verdiği sağlık yardımına rağmen sigortalının tedavi süresinin uzaması ve iş göremezliğinin artması durumunda Kuruma ek yeni masrafların çıkmasını önlemek amacıyla sigortalıyı cezalandırıcı hükümlere yer verilmektedir. Yapılan düzenlemeler sağlığın sosyal, kültürel, ekonomik, çevresel ve politik nedenlerden bağımsız sadece kişinin kendisine ait bir durum olarak kabul eden ‘..sigortalı ve bakmakla yükümlü olduğu kişiler sağlıklarının korumaktan asli olarak sorumludurlar‘ anlayışını taslak değişikliklerde de sürdürülmektedir.
Bu anlayışla değişiklik taslağında, bir işte çalışamayacak olduğuna dair raporu bulunan kişilerin hastalığı sebebiyle yapılan tedavi masraflarının kendisinden alınacağı düzenlenmiştir.(mad.76)

Aynı maddede ayrıca belirli bir işte çalışamayacağına dair raporu bulunan ve alt işverene bağlı olarak çalışan işçinin hastalığı sebebiyle yapılan tedavi masraflarından, bunu bilerek çalıştıran asıl işveren sorumlu tutulacağına dair düzenleme kaldırılmıştır.

5. Asgari ücretin 1/3‘inden az gelire sahip olanların primlerinin ilgili kamu idareleri tarafından yatırılması ve bu sigortalılar için her ay otuz gün genel sağlık sigortası primi ödenmesi zorunluluğu yerine, toplam kişi sayısının dörde bölünmesiyle bulunacak kişi sayısı esas alınmak suretiyle prim hesaplanması öngörülmüş, genel sağlık sigortasına devlet katkısını asgari düzeyde tutulmuştur. (mad.88)

SGK‘nın Yasanın 4. maddesinin (b) bendinde tanımlanan sigortalıların prim borçlarını, sattıkları tarımsal ürün bedellerinden % 1 ila % 3 oranları arasında kesinti yapmak suretiyle tahsil etme yetkisi artırılmış, bu oran % 5‘e çıkarılmıştır.(mad.88)

Başka bir işverene bağlı olarak çalışan işçilerden sosyal güvenlik destek primine tabi olanlar için prim ödeme yükümlüsü işveren olmaktan çıkarılmış, böylece bu yükümlülük işçiye yüklenmiştir.(mad.87)

Kanun kapsamındaki bütün sigortalılardan alınacak primler standart oranlarda belirlenmiş iken, yapılan değişiklikle mevcut kamu çalışanlarının emeklilik kesenek ve karşılıklarının 5434 Sayılı Emekli Sandığı Kanunu‘nun eski hükümlerine göre hesaplanması; ancak % 16 olarak alınan emekli keseneğinin 5 puanının ve % 20 olarak uygulanan kurum karşılığının 7,5 puanının genel sağlık sigortası primi olarak alınması ön görülmüştür.(Geçici 2. mad)

Fiili hizmet gün sayısı eklenecek işlerde işveren tarafından ödenecek olan prim oranı artırılmıştır.(mad.81)

6. SGK‘nın, finansmanı sağlanacak sağlık hizmetlerinin teşhis ve tedavi yöntemleri ile bunun için gerekli tıbbi ürünlerin türlerini, miktarlarını ve kullanım sürelerini belirlemek amacıyla "bilimsel komisyonlar" kurma zorunluluğu kaldırılmış, böylece belirleme yaparken bilimsel olmayan ölçütlerin hâkim olmasına olanak sağlanmıştır.(mad.63)

Sağlık Hizmetleri Fiyatlandırma Komisyonu‘nun çalışmalarına başlamadan önce kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarından görüş alması zorunluluğu kaldırılarak, bu kurumları sürece dâhil etme yetkisi tamamıyla idarenin inisiyatifine bırakılmış, kamu kurumu niteliğindeki meslek örgütlerinin Anayasa ve kuruluş yasaları ile kendisine verilen görevlerini yerine getirmesi olanağı yok edilmiştir. (mad.72)

7. Sözleşmeli sağlık kuruluşları korunarak sevk zincirine uyulmadan alınan sağlık hizmetlerinin SGK tarafından ödenecek tutarı % 10 oranında artırılmıştır. (mad.70)
SGK, sağlık hizmeti sunucularını "fiyatlandırmaya esas olmak üzere" ayrı ayrı sınıflandırmaya ve sağlık hizmetlerinin ödenecek tutarlarını "her bir sağlık hizmeti sunucusu için farklı belirlemeye" yetkili kılınmıştır.(mad.73)

Aynı maddede, daha önceki haliyle "otelcilik hizmetleri ile öğretim üyesi tarafından sağlanan sağlık hizmetleri" ile sınırlandırılmış olan "fark ödemesi", sözleşmeli kamu idareleri sağlık hizmeti sunucuları dışındaki özel sağlık kuruluşlarından alınacak bütün sağlık hizmetlerine yaygınlaştırılmış, fark ödemesi olarak alınacak tutar da artırılarak SGK tarafından belirlenecek sağlık hizmetlerinin ödenecek bedellerinin üç katına kadar tavanlar dâhilinde "fark ödemesi" almasına imkân sağlanmıştır.

Fark ücretin aşılması halinde sağlık kuruluşu ile yapılan sözleşmenin 1 yıl süre ile iptal edileceğine dair düzenleme kaldırılmış, herhangi bir yaptırım öngörülmemiştir.

Kurumun sözleşme yaptığı sağlık kuruluşlarında tıbbi etik ve deontoloji kurallarına uygunluk arayacağına ilişkin düzenleme ortadan kaldırılmıştır.

Sözleşmesi bulunmayan sağlık kuruluşları tarafından verilen sağlık hizmeti bedelinin, bu kuruluşların sözleşme yapılma şartlarını taşıması halinde ödeneceğine ilişkin düzenleme kaldırılarak sözleşmesiz sağlık kuruluşlarından alınan hizmet bedelinin ödenmesi acil hallerle sınırlı tutulmuştur.

Haksız menfaat temin etmek amacıyla maddede sayılan fiilleri işleyen sağlık kuruluşlarıyla yapılan sözleşmenin ne kadar sürelerle feshedileceği belirlemesi kaldırılarak, fesih süreleri idarenin olası keyfi uygulamalarına zemin yaratılabilecek şekilde üç yılı geçmemek kaydıyla Kurum‘un takdirine bırakılmıştır.(mad.103)

D- GSS İLE İLGİLİ SONUÇ
Tasarı önceki haline göre sağlığa erişimi daha da zorlaştırmaktadır:
Taslak Metin‘de genel sağlık sigortasıyla ilgili yapılan yeni düzenlemelerin hiçbiri sigortalılar için yeni haklar getirmemekte; tam aksine, sigortalıların mevcut haklarında önemli kayıplara yol açmakta, sağlık hakkını daha da daraltmaktadır.
Taslak Metin‘de genel sağlık sigortalısı olacak yurttaşların sağlık hizmeti alırken ödemeleri gereken katılım paylarının miktarı ve kapsamı mevcut sosyal güvenlik yasaları ve 5510 Sayılı Kanun‘da öngörülenden çok daha fazla genişletilmektedir.
Taslak Metin‘de öngörülen değişiklikler genel sağlık sigortasının uygulanmaya başlanmasıyla vatandaşların sağlık hakkının daha da kısıtlanacağını;  sağlık hakkından yararlanabilmek için daha fazla katılım payı ve "bıçak parası" ödenmesi gerekeceğini; ödeme gücü olmayan yurttaşların ise sağlık hizmetlerinden yararlanamayacağını açık olarak ortaya koymaktadır.
Sağlık kurumlarının ayrı ayrı sınıflandırılması ve sağlık hizmetlerinin ödenecek tutarlarının her bir sağlık hizmeti sunucusu için farklı belirlenmesi; ikinci ve üçüncü basamak sağlık kurumlarına sevksiz başvurularda muayene ücretlerindeki düzenlemeler ve bu kurumlara sevksiz başvuru durumlarında SGK‘nın yapacağı ödemelerin % 70‘ten % 80‘e çıkarılması genel sağlık sigortasında toplanacak primlerin ağırlıklı olarak özel hastanelere aktarılacağını göstermektedir.
IV- GENEL SONUÇ:

5510 sayılı yasada değişiklik öngören taslakta yapılan düzenlemelerin kabul edilmesi mümkün değildir. Taslak bu haliyle sağlık ve sosyal güvenlik hakkını karşılamadığı gibi, Anayasa Mahkemesi kararına da aykırıdır. Konfederasyonumuz ile birlikte DİSK, TTB ve TMMOB halkın ve çalışanların sağlık ve sosyal güvenlik hakkını tam olarak karşılayan yeni bir yasa yapılmasından yanadır.


KESK (KAMU EMEKÇİLERİ SENDİKALARI KONFEDERASYONU)
TMMOB (TÜRK MÜHENDİS VE MİMAR ODALARI BİRLİĞİ)
TTB (TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ)
DİSK (DEVRİMCİ İŞÇİ SENDİKALARI KONFEDERASYONU)

 

 

YORUMLAR

Yorumlar moderator kontrolünden geçmektedir. e-Posta adreslerinin gerçekliği kontrol edilir

Toplam 0 adet.

YORUMLAR BÖLÜMÜNÜN KURALLARI:
Yazılan tüm yorumlar moderator kontrolünden geçmektedir. Moderator yorum yazanlara veya üçüncü kişilere hakaret ya da bu kişilerle ilgili küçültücü sözler içeren yorumları yayına uygun görmez ve siler. Sayfanın niteliğine göre tüm yorumlar moderator kontrolunden geçerek yayınlanıyor olabilir. Bu durumda yorumlarınız anlık olarak yayına girmez. Yine de yayına girmiş olsa dahi moderator daha sonra aynı yorumu yayından kaldırabilir. Moderator kontrollu yayın niteliği taşımayan forumlarda yazılan yorumlar anlık yayına girer fakat moderator yayınının devamında sakınca gördüğü yorumları yayından kaldırabilir. Yazılan yorumların güvenilirliğini artırmak amacıyla yorum yazana ait e-posta adreslerinin gerçekliği kontrol edilebilir. Bunun için e-posta adresine kontrol bağlantısı içeren e-posta gönderilir ve bu bağlantıya tıklanılması beklenir. Forumlarda yazılan yorumların kamu düzenini bozucu, genel ahlaka aykırı, başkalarını rahatsız edici ve yasalara aykırı olmaması çok önemlidir. Yorumların sorumluluğu tamamen yazarına aittir.


Okunma Sayısı 1483