TMMOB Peyzaj Mimarları Odası
TMMOB
Peyzaj Mimarları Odası
UCTEA CHAMBER OF LANDSCAPE ARCHITECTS

2 Şubat Dünya Sulak Alanlar Günü

İZMİR
02.02.2010 (Son Güncelleme: 03.02.2010 17:38:30)

2 Şubat Dünya Sulak Alanlar Günü çerçevesinde Peyzaj Mimarları Odası İzmir Şubesi’nde bir Basın açılaması düzenlenmiştir.

2 Şubat Dünya Sulak Alanlar Günü çerçevesinde Peyzaj Mimarları Odası İzmir Şubesi‘nde bir Basın açılaması düzenlenmiştir.

BASINA VE KAMUOYUNA

2 ŞUBAT DÜNYA SULAK ALANLAR GÜNÜ

Suları olmayan çatlak topraklı sulak alanlarımızda, geleceğin nesilleri bizleri nasıl anımsamayacaktır?

Su;

•- Tüm dünyada ve üzerinde bulunduğumuz coğrafyada yaşamın temel koşuludur.

•- Yaşamın onunla başladığı ve olmadığında sona ereceği bir değerdir.

•- Alınıp satılacak ticari bir mal değildir, tüm canlıların ulaşmaya hakkı olan doğal bir varlıktır.

Ve sulak alanlarımız suya ulaştığımız, suyu var eden rezerv alanlarımızdır.

Sulak alanlar suyun depolama alanları, ve yaşatılması gereken derinlikleridir. İçinde insanlığın gereksinimi olan birçok yaşam ortamını barındıran sulak alanlar için bu yaşam ortamları üzerine günlük ve bağımlılık yaratan politikalar geliştirilmesi son derece sakıncalıdır.

Zengin bitki ve hayvan çeşitliliği ile birçok türün yaşamasına olanak sağlayan sulak alanlar, aynı zamanda bulundukları bölgenin iklimini de doğrudan etkilediğinden ekosistem değerleri bakımından büyük önem taşımaktadır.

Türkiye‘nin dereleri, nehirleri, gölleri ve yer altı suları son elli yıldır artan bir hızla talan edilmektedir. Kısa bir süre içinde, Marmara Denizi‘nden daha büyük bir göl alanı kurutulmuş, yüzlerce nehir ve derenin doğal işleyişi bozulmuş, yer altı sularımız onlarca metre aşağıya inmiştir.

Bu nedenlerle, sayısız canlı türünün nesli tükenmiş, tarım alanları çoraklaşmış, coğrafi belleğimiz parçalanmış ve atalarımızdan miras aldığımız çok sayıda doğal ve tarihi alan da sular altında kalmıştır.

Barajlar, hidroelektrik santraller, doğal göllerin kurutulması ve yanlış sulama uygulamaları bu yok oluşun ana nedenleridir. Oysa, insan dahil olmak üzere doğanın her bir zerresi, hayatta kalabilmek için göl, nehir, dere ve yer altı sularının bütünlüğüne, yani sağlıklı bir su döngüsüne gereksinim duymaktadır.

Durum böyle devam ederse, bu coğrafyadaki yaşam, tarihte hiç görülmediği kadar tehlike altına girecektir. Türkiye‘deki bitki ve hayvan türlerinin büyük kısmı yok olacak ve yüz binlerce insan doğdukları toprakları terk etmek durumunda kalacaktır.

KUŞLAR BİR GÜN KENDİLERİNİ GÖSTERMEZ İSE BİLMELİYİZ Kİ SULAK ALANLARIMIZ YOK OLMUŞTUR!!!

Ana beslenme kaynağı Büyük Menderes Nehri olan milli park statüsünde koruma alanı da içeren Büyük Menderes Deltası, Bafa Gölü ve henüz koruma statüsü bulunmayan Azap Gölü bölgemizdeki önemli sulak alanlarımızdandır. 2 Şubat Dünya Sulak Alanlar Günü`nde bölgemiz için çok önemli olan 3 sulak alanın korunmasına dikkat çekiyoruz.

Ege Bölge‘sindeki sulak alanlar genellikle Büyük Menderes Havza‘sının aşağı bölümlerinde yer almaktadır. Bu nedenle yukarı havza boyunca yerleşim alanlarının ve sanayi tesislerinin atık suları ile tarım alanlarının drenaj suları sulak alanlarımıza ulaşmaktadır.

Bölgemizdeki sulak alanlardan Azap Gölü 2007 yılında tamamen kurumuştur. Göl kuruduğunda başta burada yaşayan binlerce balık ölmüş ve zincirleme olarak gölden yararlanan yaban hayatının tamamına yakını yok olmuştur. Beslenme ortamları yok olan leylekler ilk kez o yıl erken göç etmişlerdir. İnsan kaynaklı tehditler sürekli olarak devam etmiş, özellikle saz yakımı kasıtlı olarak yapılmıştır. Yanan sazlıklar hemen tarım alanına dönüştürülmüş ve gölün suları aşırı bir şekilde kullanılmıştır. Önemli sulak alanlarımızdan olan Bafa Gölü kirlenme, tuzlanma, katı atık sorunları ve avcılık gibi tehditlerle son yıllarda en kötü günlerini yaşamaktadır. Büyük Menderes Deltası florası ve faunasının zenginliğiyle, ilginç coğrafi yapısıyla ve binlerce yıl önce yaşamış uygarlıklara ev sahipliği yapmanın ayrıcalığıyla ülkemizin ender sulak alanıyken bugün kuş nüfusu büyük ölçüde azalmıştır. Bunun en büyük nedeni de sulak alanlara yapılan müdahaleler ve kuraklık nedeniyle gelen kurumalardır.

Uluslararası sözleşmeler, kanunlar ve yönetmeliklerle korunma altında olmasına rağmen, deltaya olan tehditler hiç bir zaman bitmemiş hatta artarak devam etmiştir.

"Sulak alanlarımızın korunması ve korunarak-kullanımı üzerine etkin planlamalar ve yönetimler geliştirilmeli" çağrısı belki bugün çok daha fazla önem içermektedir.

Merkezi otoritenin su politikaları, vaat ettiği enerji ve tarımsal ve sürdürülebilir kalkınma komedyası, teslimiyetçi politikaları nedeniyle kaybetmekte olduğumuz değerlerin bir tek zerresinin dahi yerini tutamaz. Sürdürülebilir kalkınma, koruma kullanma dengesi diyerek peyzaj planlarına ulusal plan kademesinde yer verilmeyen bir ülkede doğanın sömürülmesi için hiçbir gerekçe gösterilemez. Özelleştirme politikaları ile başlayan süreç, bu gün sularımız üzerinde kara bulut gibi dolaşmaktadır.

SU, BULUNDUĞU HAVZAYA AİT DOĞAL BİR VARLIKTIR, KAYNAK DEĞİLDİR!!!

Su, günübirlik değişen yasal düzenlemelerin öznesi olamaz. Kesin düzenlemelere sahip ekolojik temelli bir su yasası, su ihtiyacının doğru ve adil temini için en temel zorunluluktur. Yeraltı sularından doğal dolum hızından daha fazlası çekilemez. Kurak iklime sahip bölgelerde salma sulama yapılamaz. Suyun havzalar arasındaki veya bulunduğu havza içerisindeki doğal döngüsünü parçalayan faaliyetler oluşturdukları ekolojik, ekonomik ve sosyolojik zararlar nedeniyle kabul edilemez.

Suya erişim hakkı, toplumun tüm kesimleri için sürekli ve eşit olmalıdır.

Bu gün;  tek görevimiz vardır: Doğa hakkını anayasal güvence altına alarak suyun kamu tarafından sahiplenilmesini sağlamak.

Bu gerçekleşene kadar, tüm hidroelektrik santral (HES), baraj ve drenaj projelerinin, havzalar arası su transferi ve sulama projelerinin karşısındayız. Doğal bir varlık olan suyun kullanımı ve korunması ile ilgili kararlar ise suyu bütün canlı ve cansızların yararına kullanmaya devam etme iradesini gösterebilecek üreten halk tarafından alınabilir. Halk, ticari baraj ve HES‘ler ile akarsuların tutuklanışına ve suların kendi havzalarının dışına taşınmasına karşı mücadelesini, sular özgürleşene kadar sürdürecektir.

60. Türkiye Büyük Millet Meclisi, havadan, topraktan ve sudan aldığımız yaşam enerjisinin, insan eliyle üretilen enerjilerden çok daha önemli olduğunun farkındadır.

Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti‘nin su kaynaklarının yönetimini ve suyun arzını özelleştirme planlarını ve bunun yanında yerel halkı dışlayan, onlara zarar veren, su havzalarını yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bırakarak bütün canlı yaşamı tehdit eden büyük ölçekli, yıkıcı HES ve baraj yapılaşma projelerine karşı çıkıyoruz.

Bizler;

Suyun yaşamın temel varlığı olduğunu bilen bilimden ve adaletten yana olan insanlar; üzerinde bulunduğumuz coğrafyada kurulmuş bütün uygarlıklara ve bugünün insanına yaşam veren doğanın önünde saygıyla duruyor ve sularımızı ne AB, ne de Türkiye bürokratlarının yani bu gün ‘su tüccarları‘ olarak varlık gösterenlerin yönetemeyeceğini söylüyoruz.

 

Saygılarımızla

TMMOB Peyzaj Mimarları Odası

İzmir Şubesi

Okunma Sayısı 944
Fotoğraf Galerisi