TMMOB Peyzaj Mimarları Odası
TMMOB
Peyzaj Mimarları Odası
UCTEA CHAMBER OF LANDSCAPE ARCHITECTS

Peyzaj Mimarlarının Çağrısıdır!

GENEL MERKEZ
19.11.2011 (Son Güncelleme: 26.06.2012 14:26:42)

Yerel Seçimler Öncesi...

PEYZAJ MİMARLARININ ÇAĞRISIDIR!

Mart 2009

Önemli bir kulvarı döneceğiz 29 Mart‘ta..

Yapılacak yerel seçimler sonunda kentlerimizin, ilçelerimizin ve beldelerimizin yönetim kadrolarını dolayısıyla yerel geleceğimizi çizeceğiz.

Bugün ve yakın geçmiş değerlendirildiğinde ülkemizin doğal ve kültürel değerlerinin koruyarak kullanıma açılmasında ekolojik veri tabanlı fiziksel planlama ve tasarımında görev alan Peyzaj Mimarları açısından, soru işaretleri ile dolu, bu soru işaretlerine verilebilecek cevaplar düşünüldüğünde endişe verici bir süreç yaşanmaktadır. Bu endişelerin temel kaynağı ise mevcut ekonomik ve toplumsal politikaların, bugünden yarattığı sonuçlar ve ilerleyen süreçte bir yıkım beklentisidir.

 "Kamu Yönetimi Temel Kanunu",  "Yerel Yönetimler Yasası"nda yapılan değişikliklerle "yetki -devir" arasında ortaya çıkan kaos, "planlama" yerine "piyasa" kavramlarının , "işletme" yerine "işlettirme" modellerinin birbirinin yerini alması bütünlüklü bir yapısal değişimi ortaya çıkarmış, beraberinde işleyen özelleştirme politikaları buna eklenen ve derinleşen kriz ülkeyi sancılı bir yerel seçim sürecine taşımıştır. 

Bu anlamda, yaşanan sancılı süreç ve bugünkü krizin ekonomik ve sosyal sonuçlarının 29 Mart sonrasına neler devredeceği bugünden öngörülebilir.

Ülke planlanması ve kentsel planlama disiplininde önemli hizmet alanı içerisinde yer alan peyzaj mimarları ve bilimden, aydınlanmacı değerlerden yana biz, meslek erbapları için; bilgiyi, etik değerleri,  kamu/halkın yararını ve denetimini dışlayan son yıllardaki gelişmeler kaygı vericidir. 1980‘ lerle başlayan ve son yıllarda hız kazanan neo liberal politikaların kentlerimizi piyasa koşullarına göre şekillendirdiği ve buna paralel olarak kamusal alanların yok edildiği ortadadır.

Sermaye hareketleri ve hizmet ticaretinin serbestleşmesi içeren politikaları üreten AB, DTÖ, IMF ile sürdürülen ekonomik politikaların, kaynaklarımızın etkin kullanımını azalttığı ve giderek daha bağımlı hale yol açtığı, kendi kaynaklarımızı bilemez ve yönlendiremez hale getirdiği bilinmektedir.

Bilinen başka bir gerçek de sermayenin ihtiyaçlarına hizmet etme ilkesinden hareket eden, yapısal değişikliğin önünü açan, kapitalin sınırsız hareketliliğini ifade eden küreselleşme çağında sermayenin yaşamımızın bütün alanlarında egemenleşiyor olmasıdır.

Doğal-kültürel tüm değerlerin korunması ana prensibinde lisanslı olan, insan ve yaşam olanaklarına açılması/kullanılmasının hangi ilke ve kriterlerle olacağının bilimsel, teknik ve yasal sınırları içinde hareket eden peyzaj mimarları, ülkemiz ve kentlerimiz üzerinde yürüyen dönüşüm politikalarını endişe verici bulmaktadır.

Dönüşümün diğer bir boyutu ise, ulusal değerlerin; ormanların, havzaların, yer altı ve üstü kaynaklarının, havzaların, suyun  üzerinde "dışsal dinamiklerin" egemenlik arayışlarıdır. Bu durum da kaygı verici bir süreç olarak işlemektedir.

Kentsel alanlarımızın, ormanlarımızın, yeraltı -yerüstü kaynaklarımızın, havzalarımızın korunması ve kullanıma açılmasında planlama ve tasarım disiplininden gelen peyzaj mimarları ve kuruluş amaçlarında toplumsal hak ve sorumluk ilkesi ile hareket etmek olan TMMOB Peyzaj Mimarları Odası olarak, dünyada yaşanan ekonomik krizin geleceğine ilişkin kaygıların toplumsal dayanışmanın öne çıkarılması ile aşılabileceğini bilmekte ve yerel seçimler öncesi beklentilerimizi seslendirmeden önce ülke ve yerel gerçeklere bir ayna tutarak durum tespiti yapmak istiyoruz.

  • Öncelikle belediyeler başta olmak üzere yerel yönetimlerde ve devlet kurumlarının bütününde kamu ve toplum yararını merkeze alan bir anlayış yerine, sermayenin ihtiyaçlarının maksimize edilmeye çalışıldığı bir anlayış hüküm sürmektedir.

  • 2000‘li yıllara kadar özelleştirmelerle, ülkeyi borçlandıranların borçları kapatılmaya çalışılmış, 2000‘li yıllardan itibaren de doğa ve kültür varlıklarının satışı bu borç politikasını yönetmenin, sermaye birikiminin yeni politik müdahale alanı olmuştur.

  • Son yıllarda hızını arttıran kentsel dönüşüm mantığının arkasında da bu gerçek vardır. Bu gerçek aynı zamanda temel hakları budayan, neo-liberal eğilimi dışa vurmuştur. Bu gün mevcut siyasal ve iktisadi rejimden kopuşun değil, sermaye birikimi açısından sürekliliği temsil edecek dönüşümler yaşanmaktadır. İçinden geçtiğimiz günlerde yaşanan kriz tartışmaları bu açıdan değerlendirilmelidir.

  • Yaşamanın hak olmaktan çıktığı bu günlerde esnek üretim, taşeronlaşma, mülksüzleştirme süreçleri hızlanıyor. Toplumsal hizmetler piyasalaşıyor, her türlü doğa varlığı metalaşıyor. Sosyal devlet işletmeci devlete dönüşüp devletin otoriter karakteri farklı anlamda ve daha fazla öne çıkarken, ülkemiz  nüfusunun büyük bir çoğunluğu da giderek yoksullaşıyor.

  • Bu yoksullaşma salt ekonomik bir yoksullaşma değil. Üretimin dışına itilen ya da düşük ücretle çalışmak zorunda kalan kitleler siyasal katılım yollarını da yitiriyorlar. Devlet işletmeciye, vatandaş müşteriye dönüştükçe, parlamenter demokrasi ve katılım araçları işlevsizleşiyor, temsili demokrasinin meşrutiyet zeminleri yıpranıyor.

  • Sürdürülebilir kalkınma söylemi ile endüstrileşme yeni bir döneme girmiş ve bunun  yanı sıra özellikle metropol kentlerin merkezlerinde endüstriyel "çöküntü " alanlarının ticaret merkezleri olarak yeniden planlandığı (Galataport,Haydarpaşa), coğrafi olarak pazarlandıkları ve bu süreçte de kentsel toprak rantının finansal piyasalarda değer yaratmaya yöneldiği değerler haline getirildiği görülüyor..

  • Türkiye‘de tarımın sanayileşmesi ve AB politikaları ile kırdan kente göç hızlanmakta, bunun yanı sıra şehir merkezindeki nüfusun şehrin çeperlerine doğru yönlendirilmesi ile kentler ikili bir göçün etkisinde kalmaktadır. Kent-kır birleşme çizgisinde yer alan bölgelerde, sınıfsal çelişkiler  derinleştiği gibi , kültürel  ve sosyal çelişkilerde derinleşmektedir. Bu bölgelerde açığa çıkan çelişkilerin kentsel siyasetin merkezine oturmuş, bu bölgelerde sermayenin atık haline getirdiği büyük bir nüfus ortaya çıkmıştır. Kırın ve kentin çeperlerine biriken bu çelişkilerin kamusallaşma biçimlerini değiştirdiği, karar alma süreçlerinin toplumsallaşma biçimlerini farklılaştırdığı görülmektedir.

  • Geçimlik üretimden-pazar üretimine geçilmesiyle ve kentlerde  içme sularının satılması ile bir kentleşme modeli olan endüstriyel kentsel kalkınma modeli ile ülkemiz coğrafyası ve Anadolu kültürü temelden çelişmekte kent yerine kırda üretim ve tüketime yönelik temel tercihler yapılmamaktadır.  

  • Son yılların moda deyimi "siyasi istikrar"ın aslında; sermayenin daha fazla kar etmesi, çalışanların ise seslerini çıkarmadan ezilmeyi kabul etmesi olduğu, 2007 genel seçimleri sonrası ülkemizin ekonomik ve siyasal açıdan borçla büyümenin sancılarını "kriz koşullarına "izin vermeden sürdüremez hale geldiği ortadadır.  

  • Uluslar arası kur ve faiz dengeleri arasına sıkışan hükümetler "istikrarlı" bir biçimde borç ödeyebilmek ve sermayeye uygun koşulları sağlayabilmek için zorunlu iki yönelime girmiştir. Bu yönelimlerden birincisi emeğin ve doğanın kapitalist üretim için maliyetlerini aşağıya çekmek, diğeri ise mal haline gelmemiş varlıkları mal haline getirmek ve doğa -kültür varlıklarının satışı yoluyla sıcak para tutmaktır. Çalışanların geçim olanaklarını yok eden, sağlık, eğitim, gıda , enerji , su gibi temel hizmetlerden yararlanmasını pahalılaştıran yönetimler uluslar arası kırılgan piyasalardan da sermaye bulabilmek için daha da tavizkar olacaklardır.

  • Bu dönem borç ödeme politikasının toplum üzerindeki etkilerini aşağıya çekebilmek için daha fazla sömürü ve talana zemin hazırlanması gerekecektir. Enerji piyasalarında, petrol fiyatlarındaki düzenli artışla giderek hızlanan sermayenin  birikim krizi ülke nüfusunun büyük bir bölümünü yoksullaştırmaya devam edecektir. Yaşam koşulları giderek kötüleşen geniş toplum kesimleri de son 6 yıllık yürütülen politikaların sonuçlarını daha fazla hissedecektir.

  • Bir yandan kentsel dönüşüm politikaları, diğer yandan kıyı, orman, sulak alanlar, tarım arazilerinin satışı ile tetiklenen sıcak parayı ülkede tutma arayışı, hükümetin borç ödeme politikasını tavizsiz uygulamakta kararlı olduğunu göstermektedir.

  • Kamu varlıklarının özelleştirilmesi sonrasında elde satılacak, borçların kapatılmasına olanak sağlayacak en önemli zenginlik kent ve kır alanlarının satışıdır. Bu gün doğa koruması, kıyıların ormanların bitkilerin hayvanların haklarının savunulması için mücadele edenler de bu süreçte nasıl bir zor aygıtı ile karşı karşıya kaldığını iyi bilmelidir.

  • Yargı kararlarının uygulanmamasının kural haline geldiği bir ülkede adaletin ve yaşamın öznesi ekosistem verileri olan ekolojik bir yaşamın kurulması için giderek gerileşen karakter ve refleksleri olan yönetimlere ve bunların iktidarlarına karşı emek hareketi ile bütünleşecek bir mücadele tarzını geliştirmek kaçınılmaz olmuştur.  

EMEĞİN YOKSULLAŞTIRILMASI İLE DOĞANIN KATLİAMI BİR VE AYNI SÜRECİN SONUCUDUR.

Emeğin niteliksizleştirilerek ucuz iş gücü haline getirilmesi, köleleştirilen, sadaka ile geçinme koşullarına itilen, suyunu, gıdasını, tohumunu, enerjisini yitiren bir toplum olmaktan çıkmanın olanaklarını gösteren ve talep eden meslek insanlarıyız.

Peyzaj mimarları için kaygılı ve kontrol edilemeyen bir süreç daha hızla yaşamımıza girmiştir:   Küresel Isınma- İklim Değişikliği ...

Ekonomik ve siyasal yapı değişikliğinin yarattığı sıkıntılı sürecin yanı sıra peyzaj mimarları, soluduğumuz havanın, işlediğimiz toprağın ve içtiğimiz suyun kirletilmesi ve küresel ısınmanın ülkemizi yaşanılamaz hale getirebileceğinin bilincindedir.

İklim değişikliğinin diğer bir gerçek nedeni de; başta  petrol, doğalgaz ve kömür olmak üzere fosil yakıtların kullanılmasıdır.

İkinci gerçek ise; ekonomik büyümenin tek ölçütü, insan ve doğaya doğrudan zararı olan çok büyük miktarda ürünler ve hastalık yaymadan, soluduğumuz oksijeni üreten ormanları yok etmeden, ekosistemleri tahrip etmeden ve sanayi atıklarından kurtulmak için suyumuzu ve havamızı kirletmeden üretilemeyecek metalar da dahil olmak üzere her gün, her hafta ve her sene ne kadar satışın yapıldığıdır. Bu politik anlayış ekolojik açıdan yıkıcıdır.  

Sermaye egemen ekonomik bir yapı içinde doğa ve onun ürünleri, kullanım değerleri ile ele alınmakta var olma ve değişim değerleri ise genellikle gözardı edilmektedir. Toplumda metalaşma körüklenmektedir. Doğa bir yarar sağlama alanı haline gelmiştir. Oysa sermaye doğaya karşı yıkıcıdır, onu sürekli olarak devrimci biçimde değiştirir, üretici güçleri ise ihtiyaçların ve üretimin çok yanlı artmasını teşvik eder. Doğal kaynakları hızla tüketen bir üretim tarzı söz konusudur. Yaşam alanları ve yaşam kalitesi giderek bozulmakta, canlılar yok olmakta sonuç olarak yine insan doğal ve psikolojik dengesinden uzaklaşmaktadır. Bu durum en hızlı biçimde kentsel alanlarda ortaya çıkmaktadır.

Peyzaj mimarı Berman‘ın (1982) şu, ifadesi bu bağlamda yeterince açıklayıcıdır: "Öyle görünüyor ki, kentsel gelişme sürecinin kendisi, bir yandan çorak araziyi mamur bir fiziksel ve toplumsal mekana dönüştürürken, bir yandan da müteahhidin kendi içinde çorak araziyi yeniden yaratmaktadır. İşte gelişmenin trajedisi böyle işler".

Bu durum tespitlerinden sonra ülkenin önemli bir planlama ve tasarım disiplininden gelen peyzaj mimarlığı meslek insanları ve  sesimiz  olan TMMOB Peyzaj Mimarları Odası‘ nın 29 Mart Yerel Seçim öncesi yerel yönetimlere talip olan başkan adayları ve kadrolarından  önemli talepleri vardır.

Öncelikle bilinmelidir k:

Peyzaj; insan ve doğa ilişkisinin ortaya koyduğu bir alandır ve peyzaj; bir görüş açısı içerisine giren doğal ve kültürel özelliklerdir.

Bu çerçevede; mekân, sadece toplumsal ilişkilerin bir yan ürünüdür ve  toplumsal amaçlar uğruna biçimlenmesi gerekmektedir. bundan ötürü de kent mekânı sadece belli bir toplumsal proje ise, mekân planlama anlayışında temel bir değişikliğin yapılması gerekmektedir.

 "Ekolojik kaygılar" açısından bu değişimin özü, artık "doğanın özden gelen bir değere sahip olduğunu algılamaktır". Bunun mekân planlamaya yansıması olarak, zaman ve mekan boyutu içerisinde ekolojik değerleri, bileşenleri ve süreçleri dikkate alan bir eylem alanı oluşturulmalıdır. Ekolojik planlama/tasarım olarak da nitelendirilebilecek bu eylemin ortaya koyduğu ürünün toplumsal uzantısı da planlamanın bir bileşenidir.

Kentsel planlamalarda ki sorunlarının en önemli sebeplerinden biri "peyzaj kavramı içeriğinde ve boyutunda" insan-doğa ilişkisinin ve etkileşimlerinin analiz edilip değerlendirilmediği planlama uygulamalarıdır. İnsan-doğa ilişkisinin ve etkileşimlerinin analiz edilip değerlendirilmediği planlama pratikleri yaşam alanları sorunlarını tetikleyen önemli etmenlerdendir.

Kentsel peyzaj planlarının önemli bileşenlerinden sayılabilecek bu planlar doğal kaynakların etkin kullanımı ya da "Doğa ile Tasarımın" başarılı uygulamaları olmasına rağmen hala ülkemizde ne mevzuatta ne de pratikte yer almaktadır.

Yaşanabilir, sağlıklı ve kaynaklarının korunarak kullanıldığı mekânlar oluşturmak amacıyla gerçekleştirilen peyzaj planlama, peyzaj tasarım ve peyzaj yönetimi uygulamalarına ülkemizin yasal süreçlerinde yer verilmesi, önemli bir sorumlulukla birlikte, bir zorunluluk noktasına gelmiştir.

  • 2009 seçimleri sonrası tüm kent-il yönetimlerindeki planlamalarda peyzaj planları olmaksızın alan kullanım kararlarının alınmaması;  

  • Kent-İl yönetimi mevzuatlarında kentsel konseptinin  planlı bir disiplin içerisinde olmasını sağlamak için imar yönetmeliklerinde peyzaj projelerinin mutlak yer alması,  

  • Kentsel yapılandırmalarda, yapı üretim süreci dışında kalan tüm alanların (kent meydanları, rekreasyon alanları ve yeşil yol-yeşil kama  ve kentsel hava koridorları olan periferal kuşakların master planlar çerçevesinde ağaçlandırma alanlarının )peyzaj mimarlığı disiplinince plan/proje ve tasarımlarının mevzuatla tanımlanması,

  • Büyükşehir belediyelerinin 50 km yarıçaplı yasal konumu karşısında yerel yönetimlerin büyük ölçüde müdahale olanağına kavuşması ve bununla birlikte bu ölçek büyümesinin kent ve kırın bir arada gelişimini olumsuz etkilemektedir. Hem kırı hem kenti yeniden planlayacak bir yaklaşım sürecine ve kent planlaması içerisinde peyzaj mimarlığı ilkelerine ihtiyaç vardır. Bu ortaklaşa planlama sürecinde ağırlıklı olarak kır -kent geçişlerinde olmak üzere tüm alanda sınıfsal çelişkileri aşmaya yüzünü dönecek bir siyasal iradenin yanı sıra bahçe tarımı, raylı sistemin yaygılaştığı ulaşım ve barınma kolaylıklarının sağlandığı yaşamı yeniden örebilmek için kişilere zamanı ve mekanı en doğru ve erişilebilir kılan  bir yerleşim politikası sağlanması, üretim - tüketim kooperatifleri aracılığıyla kent-kır arasındaki aracısız değişim olanakların sağlanması,

  • Orman alanları, milli parklar, özel koruma bölgeleri, ağaçlandırma alanları, tabiat alanları, özel koruma bölgeleri, doğal ve kültürel sit alanları, tarım alanları, meralar, sulak alanlar, kıyılar, karasuları, kentlerin imar alanları, turizm bölgeleri, su havzalarında madencilik adı altında yaratılan tahribata dur denilmeli,  bozulan alanlardaki onarımlar için peyzaj mimarlığı disiplininden destek alınması,

  • Kaynakların aşırı sömürülmesi ve tüketilmesinin, enerji kaynaklarının keyfi kullanımının ve atmosfere haddinden fazla sera gazı salınımının ana kaynağının küresel ekonomiden kaynaklı olduğu ve kaynaklarımız üzerinde sermaye açılımının yapılmaması,  

  • Peyzaj mimarlığı meslek insanlarının İklim Değişikliği ve Küresel Isınma ile mücadele yöntem ve uygulamaları talebi olan;

            -    Sulak alanların tamamen korunarak, farklı kentsel kullanımlara açılmaması, 
            -    Tarımsal faaliyetten ve alan kullanımından vazgeçilmemesi,
            -    Kentsel yeşil alan miktarının artırılması, planlanması, yöntemlerinin bire-bir 
                 uygulanmasına özen gösterilmesi

  • Kültür ve tabiat varlıkları ile tarihi dokunun ve kent tarihi bakımından önem taşıyan mekanların ve işlevleri kent ve kasabalarımızın kimliğini oluşturur. Toplumsal hafızalarımız olan bu mirasın zenginliği ve çeşitliliği kamu yararı olan işlem dizisidir, korunması ve yaşatılması.

  • Planlama ve yapılaşma süreçlerindeki karmaşıklık, afet gerekçesi ile uygulamaya başlanan kentsel dönüşüm projelerinin örtülü af, yağma projelerine dönüşmesi ve Afet Yönetimi ile ilgili koordinasyon modellerine ilişkin çalışmaları n sonuçlanmamış olması gibi konular afet olgusu karşısında belirsizliği arttırmıştır. Kamu yönetimi afet olgusunu bütünsel olarak ele almalıdır. Yapı üretim sürecinde bulunan kentsel açık alanların afet yönetimine uygun planlanmasında peyzaj mimarlığı ihtisasına yer verilmesi,

  • TOKİ ye devredilen imar yetkileri, bulunulan kent ve yaşamsal değerlerle uyumsuz, genel planlama ve peyzaj mimarlığı ilkelerini gözetmeyen, imar hukuku, kültürü ve bilinci açısından kabul edilemez yapılaşma kararları ile kullanılmaktadır.Özellikle ekolojik ve kültürel değerleri açısından yasalarla korunma alanları olan bölgelerdeki  TOKİ projeleri yer seçimlerine özen gösterilmesi,

  • Altyapıyı ve ulaşım sistemlerini öncelikle yaşamsal değerlerin korunmasına özen gösteren, yaya öncelikli, toplu taşıma sistemlerinin planlandığı ulaşım politikalarının üretilmesi,

  • Her kentlinin temel hakkı, kentteki tüm sosyal aktivite ve olanaklara, yaş,ırk, bedensel ve zihinsel kabiliyetlerine bakılmaksızın , kendi iradeleriyle erişebilme hakkıdır. Bu nedenle, tüm ticari, idari, kamu binaları, sokaklar, kültürel ve sosyal, spor alanlarının hepsi özürleri ne olursa olsun tüm yurttaşlar için erişilebilir olması,

  • Su tüm formlarıyla bir kamu malıdır ve suya ulaşım temel ve devredilemez bir insan hakkıdır.Su toplumların, halkların ve insanlığın mirasıdır.Hayatın temel elementidir.. Su  ticari bir ürün değildir. Temiz içme suyuna sahip olmak insan haklarının temel ögesi olduğu ve özelleştirilmemesi,

Yerel seçim öncesi, emek eksenli, özyönetim anlayışına dayanan, toplumsal adalet ve eşitlik vurgusunu ön plana çıkaran, kamu yararı ve denetimini önemseyen peyzaj mimarları olarak; emeğin ve doğanın özgürleşmesi mücadelesinde ısrarlı olduğumuzu, özgürleşmenin ise sadece toplumsal bölüşüm ilişkilerinde kurulacak eşitlik temelinde değil toplumun kendi geleceğini hakkında karar verebilmesine olanak tanıyan özyönetim tarzlarının örgütlenmesi ile mümkün olacağını biliyoruz.

Ve...Diyoruz ki; toplum  neyi, nasıl, ne kadar, kimin için ve hangi tarzda üretmesi ve tüketmesi gerektiğini sorgulaması ve kararını bu doğrultuda vermesi gerekir.

Peyzaj mimarlığı meslek ilkelerine aykırı uygulamalara neden olan yönetim anlayışlarına ve peyzaj mimarlığına gereken saygı ve özeni göstermeyen merkezi ve yerel otoriteyi mutlak takip edecek olan TMMOB Peyzaj Mimarları Odası; 2009 Mart Yerel Seçimler sonrası görevi üstlenecek olan tüm siyasi kadrolara; sorumluluklarını aldıkları kentsel/kırsal yönetim süreçlerinde planlama, uygulama ve yatırımlarının, toplumcu ve kamucu gelenek çizgisinde olan peyzaj mimarları tarafından izleneceğini, olumlu/olumsuz gelişmelerde mutlak müdahil olacağını, ülke coğrafyasının peyzaj plan ve tasarım projelerine olan ihtiyacın yerel yönetimlerin ilkesi haline getirilmesinden sağlanacak kamu yararı gerçeğinin  usanmadan takipçisi olacağını kamuoyuna önemle duyurur.

Saygılarımızla.

TMMOB Peyzaj Mimarları Odası
Yönetim Kurulu

Okunma Sayısı 2137